Evet, hayat nevilerinin en ednası nebat hayatıdır. Hayat-ı nebatiyenin başlangıcı, çekirdekte veya habbede hayat düğümünün uyanıp açılmasıdır. Bunun keyfiyeti o kadar zahir, o kadar umumi, o kadar meluf iken, zaman-ı ademden şimdiye kadar hikmet-i beşerden ve felsefesinden gizli kalmıştır. İşte hayatın ne derece ince olduğu anlaşıldı.
Ve keza, hayatı olmayan bir cisim, en büyük bir dağ da olsa tektir, yetimdir, mekanından başka birşeyle münasebeti yoktur. Lakin balarısı gibi küçük bir cisim, hayata mazhar olduğu zaman, bütün kainatla münasebettar olur ve herşeyle alışveriş yapar. Hatta diyebilir ki, kainat benim mülkümdür, benim yerimdir. Kainatın her tarafına gider, havassıyla tasarruf eder, bütün eşya ile kesb-i muarefe eder. Bilhassa hayat-ı insaniye tabakasına çıkan hayat, aklın nuruyla alemleri gezmiş olur. alem-i cismanide tasarruf ettiği gibi, alem-i ruhanide gezer, alem-i misale seyahat eder. Kendisi o alemleri ziyarete gittiği gibi, o alemler de, onun ruhunun aynasında temessül etmekle iade-i ziyaret etmiş gibi olurlar. Hatta insan, "alem, Allah’ın fazlıyla benim için halk olunmuştur" diyebilir.
Hayat-ı insaniye, herbirisi çok tabakalara şamil olarak, hayat-ı maddiye, hayat-ı ruhaniye, hayat-ı maneviye, hayat-ı cismaniye gibi nevilere ayrılır, inbisat eder. Demek ziya, renk ve cisimlerin görünmesine sebep olduğu gibi, hayat da, mevcudatın kaşifi ve sebeb-i zuhurudur.
Evet hayat, bir zerreyi bir küre gibi yapar; ashab-ı hayatın herbirisi, "alem benimdir" diyebilir. Aralarında müzahame ve münakaşa da olmaz. Müzahame ve münakaşa, yalnız nev-i beşerde olur. İşte, hayatın ne büyük bir nimet olduğu anlaşıldı.
Ve keza camit, dağınık bazı zerrelerin birden bire bir vaziyetten çıkıp, makul bir sebep olmadığı halde diğer bir vaziyete girmesi, Saniin vücuduna zahir bir delildir. Hatta hayat, hakikatlerin en eşrefi, en temizidir; hiçbir cihetle hısseti yoktur, çirkin bir lekesi yok. Hayatın dışı da, içi de, her iki yüzü de latiftir. Hatta en küçük ve hasis bir hayvanın hayatı bile yüksektir. Bunun içindir ki, hayat ile kudret arasında zahiri bir sebep tavassut etmiyor. Hayata bizzat kudretin mübaşereti, izzete münafi değildir. Halbuki umur-u hasiseye kudretin zahiren mübaşereti görünmemek için esbab-ı zahire vaz edilmiştir. Demek, hayatta hısset yoktur. İşte bundan anlaşıldı ki, hayat, Saniin vücuduna en zahir bir delildir.
Ve keza, en basit bir cismin geçirmiş olduğu inkılabat ve tahavvülata dikkatle bakılırsa görülür ki, alem-i zerrattaki zerreler, alem-i anasıra intikal edince başka suretlere girerler, alem-i mevalidde, başka suretlere dönerler, nutfede başka vaziyet alırlar, sonra alaka olur, sonra mudga olur, sonra bir insan suretini giyer, ortaya çıkarlar. Bu kadar inkılabat-ı acibe esnasında, zerreler öyle muntazam harekat ve muayyen düsturlar üzerine cereyan ederler ki, sanki bir zerre, mesela alem-i zerratta iken vazifelendirilmiş ve Abdülmecid’in gözünde yer alıp vazife görmek üzere yola çıkarılmıştır. Bu hali, bu vaziyeti, bu intizamı gören bir zihin, bila-tereddüt hükmeder ki, o zerreler, bir kasıtla ve bir hikmet altında gönderilir. İşte zerratın