İşârâtü'l-İ'câz Bakara Sûresinin yirmi üç ve yirmi dördüncü âyetlerinin tefsiri

güzel ve ne kadar kamil olursa olsun, fıtri ve tabii olan şeylerin mertebesine yetişemez ve onun yerine kaim olamaz. Herhalde sun’iliğin yanlışlıkları, onun ahvalinden, etvarından belli olacaktır.
İkinci nükte: Ahlak-ı aliyeyi ve yüksek huyları hakikate yapıştıran ve o ahlakı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır. Eğer sıdk kalkıp araya kizb girerse, rüzgarlara oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyuncak olur.
Üçüncü nükte: Mütenasip olan eşya arasında meyil ve cezbe vardır. Yani, birbirine temayül ederler ve yekdiğerini celb ederler, aralarında ittihad olur. Fakat birbirine zıt olan eşyanın aralarında nefret vardır, çekememezlik olur.
Dördüncü nükte: Cemaatte olan kuvvet fertte yoktur. Mesela, çok iplerin heyet-i mecmuasının teşkil ettiği urgandaki kuvvet, ipler birbirinden ayrı olduğu zaman bulunmaz.
Bu nükteler göz önüne getirilmekle o Hazretin sayfası okunmalıdır. Evet, o Zatın bütün asarı, siretleri, tarihçe-i hayatı ve sair ahvali, onun pek büyük, azim ve ahlak sahibi olduğuna şehadet ediyorlar. Hatta düşmanları bile onun ahlakça pek yüksekliğinden dolayı kendisini "Muhammedü’l-Emin" ile lakaplandırmışlardır.
Malumdur ki, bir zatta içtima eden ahlak-ı aliyenin imtizacından izzet-i nefis, haysiyet, şeref, vakar gibi, hasis, alçak şeylere tenezzül etmeye müsaade etmeyen yüksek haller husule gelir. Evet, melaike, ulüvv-ü şanlarından, şeytanları reddeder, kabul etmezler.
Kezalik, bir zatta içtima eden ahlak-ı aliye kizb, hile gibi alçak halleri reddeder. Evet, yalnız şecaatle iştihar eden bir zat, kolay kolay yalana tenezzül etmez. Bütün ahlak-ı aliyeyi cem eden bir zat, nasıl yalana ve hileye tenezzül eder; imkanı var mıdır?
Hülasa: Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselam kendi kendine güneş gibi bir bürhandır.
Ve keza, o Zatın (a.s.m.) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi, bir hıyaneti görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir. Eğer o Zatın yaratılışında, tabiatında bir fenalık, bir kötülük hissi ve meyli olmuş olsaydı, behemehal gençlik saikasıyla dışarıya verecekti. Halbuki bütün yaşını, ömrünü kemal-i istikametle, metanetle, iffetle, bir ıttırad ve intizam üzerine geçirmiş, düşmanları bile hileye işaret eden bir halini görmemişlerdir.
Ve keza, yaş kırka baliğ olduğunda, iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlak olursa olsun, rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz. Bu Zatın tam kırk yaşının başında iken yaptığı o inkılab-ı azimi aleme kabul ve tasdik ettiren ve alemi celp ve cezb ettiren, o Zatın (a.s.m.) evvel ve ahir herkesçe malum olan sıdk ve emaneti idi. Demek o Zatın (a.s.m.) sıdk ve emaneti, dava-yı nübüvvetine en büyük bir bürhan olmuştur.