DÖRDÜNCÜ MESELE
İkinci sayfayı okuyacağız. Bu sayfa, mazi, yani Zaman-ı Saadetten evvelki zamandır. Pu sayfanın havi olduğu enbiya-i salifinin ahval ve kıssaları, o Zatın sıdk-ı nübüvvetine birer bürhandır. Yalnız dört nükteye dikkat lazımdır.
Birinci nükte: İnsan, bir fennin esaslarını ve o fennin hayatına taalluk eden noktaları bilmekle, yerli yerince kullanmasına vakıf olduktan sonra davasını o esaslara bina etmesi, o fende mahir ve mütehassıs olduğuna delildir.
İkinci nükte: Fıtrat-ı beşeriyenin iktizasındandır ki, adi bir insan da olsa, hatta çocuk da olsa, hatta küçük bir kavim içinde de bulunsa, pek kıymetsiz bir dava hususunda cumhura muhalefet edip yalan söylemeye cesaret edemez. Acaba, pek büyük bir haysiyet sahibi, alem-şümul bir davada, pek inatlı ve kesretli bir kavim içinde, ümmi, yani okur-yazar sınıfından olmadığı halde, aklın tek başına idrakten aciz olduğu bazı şeylerden bahsedip kemal-i ciddiyetle aleme neşir ve ilan etmesi onun sıdkına delil olduğu gibi, o meselenin Allah’tan olduğuna da bir bürhan olmaz mı?
Üçüncü nükte: Malumdur ki, medeni insanlarca malum ve meluf pek çok ilimler, sıfatlar, fiiller vardır ki, bedevilerce meçhul olur ve o gibi şeylerden haberleri yoktur. Binaenaleyh, bilhassa geçmiş zamanlardaki bedevilerin ahvalinden bahsetmek isteyen bir adam, hayalen o zamanlara, o çöllere gidip onlarla görüşmelidir. Zira onların ahvalini ezberden, onları görmeden muhakeme etmekle istediği malumatı elde edemez.
Dördüncü nükte: Ümmi bir adam, bir fennin ulemasıyla münakaşaya girişerek, beyne’l-ulema ittifaklı olan meseleleri tasdik ve ihtilaflı olanları da tashih ederse, o adamın bu harika olan hali, onun pek yüksekliğine ve onun ilminin de vehbi olduğuna delalet etmez mi?
Bu dört nükteyi göz önüne getir, Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselama bak ki, o zat, herkesçe müsellem ümmiliğiyle beraber, geçmiş enbiya ile kavimlerinin ahvallerini görmüş ve müşahede etmiş gibi, Kur’an’ın lisanıyla söylemiştir. Ve onların ahvalini, sırlarını beyan ederek aleme neşir ve ilan etmiştir. Bilhassa naklettiği onların kıssaları, bütün zekilerin nazar-ı dikkatini celb eden dava-yı nübüvvetini ispat içindir. Ve naklettiği esasları, beyne’l-enbiya ittifaklı olan kısmı tasdik, ihtilaflı olanı da tashih edip davasına mukaddeme yapmıştır. Sanki o Zat, vahy-i İlahinin makesi olan masum ruhuyla zaman ve mekanı tayyederek o zamanın en derin derelerine girmiş ve gördüğü gibi söylemiştir. Binaenaleyh, o Zatın bu hali, onun bir mucizesi olup nübüvvetine delil olduğu gibi, evvelki enbiyanın da nübüvvet delilleri manevi bir delil hükmünde olup, o Zatın nübüvvetini ispat eder.
BEŞİNCİ MESELE
Asr-ı Saadete ve bilhassa Ceziretü’l-Arab meselesine dairdir. Bunda da dört nükte vardır.