Birinci nükte: alemce malumdur ki, az bir kavmin adetlerinden, hakir, ehemmiyetsiz bir adeti kaldırmak veya zelil, miskin bir taifenin cüz’i zayıf huylarını ref etmek, büyük bir hükümdara, uzun bir zamanda bile çok zahmetlere bağlıdır. Acaba, hakim olmamakla beraber, az bir zamanda, nihayet derecede adetlerine mutaassıp, inatçı ve kesretli bir kavimde rüsuh ve kuvvet peyda etmiş olan adetleri ref ve kalblerde istikrar peyda eden ve zamanlarca devam ve istimrar eden ahlaklarını terk ettiren, hem yerlerine gayet yüksek adetleri, güzel ahlakları tesis eden bir zat harikulade olmaz mı?
İkinci nükte: Yine alemce malumdur ki, devlet bir şahs-ı manevidir. Çocuk gibi, teşekkülü, büyümesi tedricidir. Ve keza, yeni teşekkül eden bir devletin, bir milletin ruhuna kadar nüfuz eden eski bir devlete galebe etmesi, yine tedricidir, zamana mütevakkıftır. Acaba, Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselamın bütün esasat-ı aliyeyi havi olan ve maddi-manevi bütün terakkiyat ve medeniyet-i İslamiyenin kapısını açan, kısa bir zamanda def’aten teşkil ettiği bir devletle dünyanın bütün devletlerine galebe edip maddi-manevi hakimiyetini muhafaza ve ibka ettiren, harikuladeliği değil midir?
Üçüncü nükte: Evet, kahır ve cebirle zahiri bir hakimiyet, sathi bir tahakküm, kısa bir zamanda ibka edilebilir. Fakat bütün kalblere, fikirlere, ruhlara icra-yı tesir ederek, zahiren ve batınen beğendirmek şartıyla vicdanlar üzerine hakimiyetini muhafaza ve ibka etmek, en büyük harika olmakla, ancak nübüvvetin hassalarından olabilir.
Dördüncü nükte: Evet, tehditlerle, korkularla, hilelerle efkar-ı ammeyi başka bir mecraya çevirtmek mümkün olur. Fakat tesiri cüz’idir, sathidir, muvakkat olur. Muhakeme-i akliyeyi az bir zamanda kapatabilir.
Amma irşadıyla kalblerin derinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiyatın en incelerini heyecana getirmek, istidatların inkişafına yol açmak, ahlak-ı aliyeyi tesis ve alçak huyları imha ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kaldırıp hakikati teşhir etmek, hürriyet-i kelama serbesti vermek, ancak şua-ı hakikatten muktebes harikulade bir mucizedir.
Evet, Asr-ı Saadetten evvelki zamanlarda kalb katılığı ve merhametsizlik öyle bir hadde baliğ olmuştu ki, kocaya vermekten ar ederek kızlarını diri diri toprağa gömerlerdi! Asr-ı Saadette İslamiyetin doğurduğu merhamet, şefkat, insaniyet sayesinde, evvelce kızlarını gömerlerken müteessir olmayanlar, İslamiyet dairesine girdikten sonra karıncaya bile ayak basmaz oldular. Acaba böyle ruhi, kalbi, vicdani bir inkılap hiçbir kanuna tatbik edilebilir mi? Bu nükteleri ceyb-i kalbine soktuktan sonra, bu noktalara da dikkat et:
1. Tarih-i alemin şehadetiyle sabittir ki, parmakla gösterilen en büyük bir dahi, ancak umumi bir istidadı ihya ve umumi bir hasleti ikaz ve umumi bir hissi inkişaf ettirebilir. Eğer böyle bir hissi de ikaz edememiş ise sa’yi hep heba olur.