İşârâtü'l-İ'câz Bakara Sûresinin yirmi üç ve yirmi dördüncü âyetlerinin tefsiri

Birincisi olmasa, o olamaz. Birincisinin ona mukaddeme ve ulum-u mütearife hükmünde olması şarttır.
Buna binaen, bundan on asır evvel gelen insanlara fünun-u hazırayı ders vermek veya garip meselelerden bahsetmek, onların zihinlerini şaşırtmaktan ve o insanları safsatalara atmaktan gayrı bir fayda vermezdi. Mesela, Kur’an-ı Kerim, "Ey insanlar! Pemsin sükununa, arzın hareketine
HAŞİYE1 ve bir katre su içinde binlerce hayvanatın bulunduğuna dikkat ediniz ki azamet-i İlahiyeyi anlayasınız" demiş olsaydı, bütün o zamanların insanlarını tekzibe sevk etmiş olurdu. Çünkü hiss-i zahiriye muhaliftir. Maahaza, on asırdan beri gelip geçen insanları şaşırtmak, yalnız fünun-u cedidenin zuhurundan sonra gelen insanları memnun etmek, makam-ı irşada muhalif olduğu gibi, ruh-u belagatle de kabil-i telif değildir.
Sual : "Keşfiyat-ı fenniye ve fünun-u hazıra eski insanlara meçhul ve gayr-ı me’luf olduğundan, onları onlara ders vermek hatadır" diyorsun. Bilhassa ahirete ait ahval gibi müstakbeldeki nazariyat da böyle değil midir? Onlar da bize meçhul ve gayr-ı me’lufturlar. Onlardan bahsetmek niçin hata olmuyor?
Cevap : Müstakbeldeki nazariyat, bilhassa ahirete ait ahvale hiçbir cihetle hiss-i zahiri taalluk etmemiştir ki, o hissin hilafını söylemek şaşırtma olsun. Binaenaleyh, o gibi şeyler, daire-i imkandadırlar. Öyleyse, onlara itikad ve onlarla itminan peyda etmek mümkündür. Öyleyse, o gibi şeylerin hakk-ı sarihi, onları tasrih etmektir. Lakin keşfiyat-ı fenniye, eski insanlara göre, imkan ve ihtimal dairesinden çıkıp, muhal ve imtina derecesine girmişlerdir. Çünkü gözleriyle gördükleri şeyler, onlarca bedahet derecesine girmekle, onun hilafı onlarca muhaldir. Öyleyse, onların hissiyatına hürmeten, o gibi meselelerde belagatın iktizası, ipham ve ıtlaktır ki, onlara bir şaşırtma olmasın.
Fakat Kur’an-ı Kerim, irşadını noksan bırakmamıştır. Bu zamanın fencilerini de istifadeden mahrum etmemek üzere, çok karine ve emarelerin vaz’ıyla, hakikatlere işaretler yapmıştır.
HAŞİYE2
Ey insafsız! Seni insafa davet ediyorum. Bir kere olan meşhur düsturu nazara almakla, zamanlarıyla muhitlerinin müsaadesizliğini düşünerek, telahuk eden binlerce efkarın neticelerinden doğan şu keşfiyat-ı fenniyeyi o zamanlardaki insanların kafa

İnsanlarla anlayış seviyelerine göre konuş.

HAŞİYE1 Hasta halimde, nevm ile yakaza arasında ihtar edilen bir nüktedir.
Şemsin, yerinde, Mevlevi-vari yaptığı semavi hareketi, kuvve-i cazibeyi tevlit etmek içindir, kuvve-i cazibe de manzume-i şemsiye ile anılan güneşe bağlı yıldızları düşmek tehlikesinden kurtarmak içindir. Demek şemsin mihverinde dairevari cereyan ve hareketi olmasa yıldızlar düşerler.
Said Nursi
Muhterem Müellif, diğer bir risalesinde şöyle diyor:
Evet, güneş bir meyvedardır, silkinir, ta düşmesin seyyar olan yemişleri.
Eğer sükunuyla sükunet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.
Mütercim

HAŞİYE2
Mu’cizat-ı Kur’aniye Risale-i Nuriyesi tamamıyla bu hakikati ispat etmiş.
Mütercim