Evet,
-1- cümlesinin başındaki
harf-i atıftır. Malum ya, birşeyin diğer birşeye atfı, aralarında bir münasebetin bulunmasına mütevakkıftır. Halbuki
-2- ile
-3- cümleleri arasında münasebet görünmüyor. Bunların aralarındaki münasebet, ancak iki sual ve cevabın takdiriyle tezahür eder. Şöyle ki:
Evvelki ayette ibadete emredildiğinde, "İbadet nasıldır?" diye varit olan suale cevaben, "Kur’an’ın talim ettiği gibi" denildi. "Kur’an Allah’ın kelamı mıdır?" diye edilen ikinci suale cevaben
ilaahir denildi. İşte, her iki cümle arasında bu suretle münasebet tezahür eder ve harf-i atfın da muktezası yerine gelir.
Sual
:
şek ve tereddüdü ifade eder.
ise, cezm ve kat’iyete delalet eder. Onların şek ve raybları, Kur’an hakkında kat’idir. Binaenaleyh, makamın iktizası hilafına
kelimesinin
kelimesine tercihan zikrinde ne gibi bir işaret vardır?
Cevap
: Evet, onların şek ve rayblarını izale edecek esbabın zuhurundan dolayı, o gibi şüphelerin vücuduna kat’iyetle hükmedilemeyeceğine, ancak o şeklerin vücuduna yine şek ve şüphe ile hükmedilebileceğine işarettir.
İhtar
:
kelimesinin ifade ettiği şek ve tereddüd, üslubun iktizasına göredir, haşa, Mütekellime ait değildir.
ile
-4- cümleleri bir manayı ifade ettikleri ve ikinci cümle, birinci cümleden kısa olması üsluba daha uygun olduğu halde, birinci cümlenin ikinci cümleye tercihan zikri, onların rayblarının menşei, hasta tabiatlarıyla kötü vücutları olduğuna işarettir.
Sual
: Onlar rayblara zarf ve mahal oldukları halde, onları mazruf, raybı onlara zarf göstermek neye binaendir?
Cevap
: Evet, kalblerindeki raybın zulmeti bütün bedenlerine, kalıplarına intişar ve istila etmiş olduğundan, kendilerinin rayb içinde bulundukları sanılmakta olduğuna işarettir.
1 Kulumuz üzerine indirdiğimiz hakkında şüphe ediyorsanız...
2 Şüphe içinde iseniz...
3 Ey inanlar ibadet ediniz!
4 Şüphe ediyorsanız.