Mektubat Otuz Üçüncü Mektub

gibi bir tarz-ı ifâdeden bilâperve hükmediyoruz ki: Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh, hem RisÂle-i Nur’dan, hem çok ehemmiyetli risÂlelerinden mânâ-i hakîki ve mecâzî ile, işârî ve remzî ve îmâî ve telvihî bir sûrette haber veriyor. Kimin şüphesi varsa, işaret olunan risÂlelere bir kere dikkatle baksın. İnsafı varsa, şüphesi kalmaz zannediyorum.
Buradaki mâna-i işârî ve medlûl-ü mecâzîlere, karînelerin en güzeli ve latîfi; aynı tertibi muhâfaza ile verilen isimlerin münâsebetidir. Meselâ, Yirmi Dokuz ve Otuz ve Otuz Bir ve Otuz İki mertebe-i tâdâdda, Yirmi Dokuz ve Otuz ve Otuz Bir ve Otuz İkinci Sözlere gâyet münâsip isimler ile; başta, Sözler’in başı olan Birinci Söze, aynı Besmele sırrıyla ve âhirde, şimdilik risÂlelerin âhirine mâhiyetini gösterir lâyık birer isim vererek işaret etmesi gerçi gizli ise de, fakat çok güzeldir ve letâfetlidir. Ben îtiraf ediyorum ki; böyle makbul bir eserin mazhân olmak, hiçbir vecihle o makâma liyâkatim yoktur. Fakat, küçük ehemmiyetsiz bir çekirdekten, koca dağ gibi bir ağacı halk etmek, kudret-i İlâhiyenin şe’nindendir ve âdetidir ve azametine delildir. Ben kasemle temin ederim ki, RisÂle-i Nur’u senâdan maksadım, Kur’ân’ın hakîkatlerini ve îmânın rükünlerini teyid ve ispat ve neşirdir. HÂlık-ı Rahîmime yüz binler şükrolsun ki, kendimi, kendime beğendirmemiş, nefsimin ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş ve o nefs-i emmâreyi, başkalara beğendirmek arzusu kalmamış. Kabir kapısında bekleyen bir adam arkasındaki fânî dünyaya riyâkârâne bakması, acınacak bir hamakattır ve dehşetli bir hasârettir. İşte bu hÂlet-i rûhiye ile, yalnız hakâik-ı îmâniyenin tercümânı olan RisÂle-i Nur’un doğru ve hak olduğuna latîf bir münâsebet söyleyeceğim. Şöyle ki:
Celcelûtiye, Süryânice bedî’ demektir ve bedî’ mânâsındadır. İbâreleri bedî’ olan RisÂle-i Nur, Celcelûtiye’de mühim bir mevki tutup ekser yerlerinde tereşşuhâtı göründüğünden, kasîdenin ismi ona bakıyor gibi verilmiş. Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyâkatim olmadığı halde bana verilen "Bediüzzaman" lâkâbı, benim değildi, belki RisÂle-i Nur’un mânevî bir ismi idi. Zâhir bir tercümânına âriyeten ve emâneten takılmış. Şimdi o emânet isim, hakîki sahibine iâde edilmiş. Demek, Süryânice bedî’ mânâsında ve kasîdede tekerrürüne binâen, kasîdeye verilen Celcelûtiye ismi işâr"ı bir tarzda, bid’at zamanında çıkan Bediü’I-Beyân ve Bediü’z-Zaman olan RisÂle-i Nur’un hem ibâre, hem mânâ, hem isim noktalarıyla bedîliğine münâsebettarlığı ihsâs etmesine ve bu isim bir parça ona da bakmasına ve bu ismin müsemmâsında, RisÂle-i Nur çok yer işgal ettiği için, hak kazanmış olmasına tahmin ediyorum.

Ey Rabbimiz! Unutur veya hatâya düşer de bir kusur işlersek bizi onundan dolayı hesâba çekme. (Bakara Sûresi: 286.)