Müteferrik ve kısa, fakat çok lüzumlu ve mühim hakikatlerden bahseder. Başında yeis, ucb, gurur, sû-i zan gibi nefsin dört hastalığını; sonra dört hakîkati ve daha sonra da Katre’de zikredilen Birinci Bâb’daki "Lâ ilâhe illâllah" hakîkatini ve devâmı olarak, Bâb-ı Sânîde "Sübhânallah," Bâb-ı Sâliste "Elhamdülillâh," Bâb-ı Râbîde "Allahü Ekber" mertebelerini beyân ettikten sonra, "NOKTA" ve "NÜKTE" başlıklarıyla, mevzu îtibâriyle birbirinden farklı "İ’lem"lere geçer.
Katre’nin Zeyli
"Remiz"ler ve "İ’lem"ler ünvânı altında, herbirisi bir risâleye mevzu olacak kıymette hakîkatlerden ibârettir. Başında salât ü selâmdan sonra birinci İ’lem namazda evvel vakte riâyet etmenin ve hayâlen Kâbe’ye müteveccih olmanın fazîletini ve evham ve vesvese-i şeytâniyeyi nasıl müzmahîl ettiğini ve musallînin bütün letâif ve havâssının nasıl feyizlendiğini beyân eder.
Bu geçen risâleler aynı zamanda erkân-ı îmâniyeden bahsetmekle, hem îman, hem ilim, hem mârifetullah, hem zikir olduğundan, okuması dahi bir nevî ibâdettir.
HUBAB
Biri Türkçe diğeri Arapça iki zeyli olan bu çok mühim risâle, Üstâdımızın Hutuvât-ı Sitte’yi neşri münâsebetiyle taltif için Ankara’ya çağrıldığında, Ankara’da İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neşe alan ehl-i îmânın kuvvetli efkân içine gâyet müthiş bir zındıka fikri girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasâne çalıştığını gördüğü hengâmda telif ettiği iki eserden birisidir.
Bu risâlenin başında bulunan salât ü selâm çok ehemmiyetlidir. Bu Mesnevî-i Nûriye’nin fevkalâde olan ve hiçbir eserde rastlanmayan bir husûsiyeti de, bir parmağın hareketiyle birkaç makineyi birden çalıştırmak gibi, gâyet belâgatlı bir beyân tarzına sahip oluşudur. Sâbıkan zikredildiği gibi, bu muazzam mecmuada hem zikir, hem îman, hem tefekkür, hem ilmi bir arada bulmak dâimâ mümkündür. Meselâ, salât ü selâmı yalnız zikir olarak derc etmiyor. Aynı zamanda onda bir îman inkişâfı, aynı zamanda bir ilim, aynı zamanda mü’min-i musallîyi evham ve şübehâttan kurtaran hakîkatleri serdederek lâakal üç mânâ mertebesini beyân ediyor.
Bu hârika risâle, mühim bir "İ’lem"inde medenî mü’min ile medenî kâfirin sûret ve sîret ve zâhir ve bâtın farklannı gâyet beliğ bir tarzda beyân ediyor. Ve neticede bu farkı körlere de göstermek için diyor ki: "Eğer istersen hayâlinle Nurşin kaıyesindeki Seydânın meclisine git, bak. Orada fukarâ kıyâfetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melâikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localanna gir. Göreceksin ki, akrepler insan libâsı giymişler ve ifritler adam sûretini almışlar, ilâ âhir..." diyerek daha başka cihetteki farklarını "Lemeât" ve "Sünûhât"a havâle eder.