Mesnevi-i Nuriye Nokta

Sünuhat’ın dokuzuncu sayfasında ayetinin sırrına müracaat et. Yalnız şu kitabın küçük bir kelimesi olan balarısını gör: Nasıl şehd ü şehadet o mucize-i kudretin lisanından akıyor! Veyahut şu kitabın bir noktası olan hurdebini bir huveynat ki, çok defa büyülttükten sonra görünür. Dikkat et: Nasıl mu’ciznüma, hayret-feza bir misal-i musağğar-ı kainattır! Süre-i Yasin, süret-i lafz-ı Yâ sin’de yazıldığı gibi, cezaletli, müciz bir nokta-i camiadır. Onu yazan, bütün kainatı da o yazmıştır. Eğer insafla dikkat etsen, şu küçücük hayvanın ve huveynatın sureti altında olan makine-i dakika-i bedia-i İlahiyenin şuursuz, kör, mecra ve muharrikleri tahdid olunmayan ve imkanatından evleviyet olmayan esbab-ı basita-i camide-i tabiiyeden husulünü, muhal-ender-muhal göreceksin.
Eğer herbir zerrede hükema şuuru, etibba hikmeti, hükkamın siyaseti bulunduğunu ve herbir zerre de sair zerratla vasıtasız muhabere ettiğini itikad edersen, belki nefsini kandırıp o muhali de itikad edebilirsin. Halbuki, o zihayat makinede öyle bir mucize-i kudret, öyle bir harika-i hikmet vardır ki, ancak bütün kainatı, bütün şuünatını icad eden, tanzim eden bir Saniin sun’u olabilir. Yoksa kör, az, basit imkan tereddüdüyle ayak atamaz. Esbab-ı tabiiden olamaz. Bahusus o esbab-ı tabiiyenin üssül’esası hükmünde olan cüz-ü layetecezzadaki kuvve-i cazibe ve kuvve-i dafianın içtimalarının hortumu üzerinde, bir muhaliyet damgası var. Fakat caizdir ki, herbir şeyin esası zannettikleri olan cezb, def, hareket, kuva gibi emirler, adetullahın kanunlarına birer isim olsun. Lakin kanun, kaidelikten tabiiliğe ve zihnilikten hariciliğe, itibariden hakikate ve aletiyetten müessiriyete geçmemek şartıyla kabul ederiz.
S: Ezeliyet-i madde ve harekat-ı zerrattan teşekkül-ü enva gibi umur-u batılaya neden ihtimal veriliyor?
C : Sırf başka şeyle nefsini ikna etmek sadedinde olduğu için, o umurun esas-ı faydasını tebei bir nazarla derk etmediğinden neş’et ediyor. Eğer nefsini ikna etmek suretinde, kasten ve bizzat ona müteveccih olursa, muhaliyetine ve makul olmadığına hükmedecektir. Faraza kabul etse de, tegafül-ü ani’s-Sani sebebiyle hasıl olan ıztırar ile kabul edilebilir. Dalalet ne kadar aciptir. Zat-ı Zülcelalin lazım-ı zarurisi olan ezeliyeti ve hassası olan icadı aklına sığıştırmayan, nasıl oluyor ki gayr-ı mütenahi zerrata ve aciz şeylere veriyor?
Evet, meşhurdur ki, hilal-i ide bakarlardı. Kimse birşey görmedi. İhtiyar bir zat yemin etti: "Hilali gördüm." Halbuki gördüğü hilal, kirpiğinin takavvüs etmiş beyaz bir kılı idi. Kıl nerede, kamer nerede? Harekat-ı zerrat nerede, sebeb-i teşkil-i enva nerede?
İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazan batıl eline gelir, hak zannederek koynunda saklar. Hakikati kazarken ihtiyarsız dalalet başına düşer; hakikat zannederek başına giydiriyor.

"Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir." Lokman Süresi, 31:28.