Hiçbir nevi müteselsil-i ezeli değildir. İmkan bırakmaz. İnkılab-ı hakikat olmaz. Mutavassıt nev’in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf inkılab-ı hakaikin gayrısıdır. Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekat-ı mütehavvile-i hadiseden tecerrüd etmediğinden hudüsu muhakkaktır. Kuvvet ve suretler, a’raziyetleri cihetiyle envadaki mübayenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. A’raz cevher olamaz. Demek envaının fasileleri ve umum a’razının havass-ı mümeyyizeleri bizzarure adem-i sırftan muhteradırlar. Silsilede tenasül, şerait-i adiye-i itibariyedendir.
Feya acaba! Vacibü’l-Vücudun lazime-i zaruriye-i beyyinesi olan ezeliyeti zihinlere sığıştıramayan, nasıl oluyor da, herbir cihetten ezeliyete münafi olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabilirler? Hem dest-i tasarruf-u kudrete karşı mukavemet edemeyen koca kainat, nasıl oldu da küçücük ve nazik zerratların (öyle dehşetli salabet bulmuş ki) kudret-i ezeliyenin yed-i idamına karşı dayanıyor? Hem nasıl oluyor ki, kudret-i ezeliyenin hassası olan ibda ve icadı, hiçbir münasebet-i makule olmadan en aciz ve en biçare esbaba isnad ediliyor?
İşte Kur’an-ı Kerim, şu delili, halk ve icaddan bahseden ayatı ile ezhanda tanzim ediyor. Müessir-i hakiki yalnız Allah’tır. Tesir-i hakiki esbabda yoktur. Esbab, izzet ve azamet-i kudretin perdesidir-ta ki, aklın nazar-ı zahirisinde, dest-i kudret umur-u hasise ile mübaşir görünmesin. Birşeyde iki cihet var:
Biri mülk-aynanın mülevven vechi gibi, ezdat ona varid oluyor; çirkin olur, şer olur, hakir olur, azim olur, ilh. Esbab bu cihette vardır. İzhar-ı azamet ve izzet-i kudret öyle ister.
İkinci cihet, melekütiyet cihetidir: Aynanın şeffaf vechi gibi. şu cihet herşeyde güzeldir. şu cihette esbabın tesiri yoktur. Vahdet öyle ister. Hatta hayat ve ruh ve nur ve vücut, iki vecihleri şeffaf ve güzel olduğundan, mülken ve meleküten vasıtasız dest-i kudretten çıkıyorlar.
DÖRDÜNCÜ BURHAN:
Vicdan-ı beşer denilen fıtrat-ı zişuurdur. şu bürhanda dört nükteyi nazar-ı dikkate al.
Birincisi: Fıtrat yalan söylemez. Mesela, Bir çekirdekteki meyelan-ı nümüvv der ki: "Sümbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler. Mesela, yumurtada bir meyelan-ı hayat var. Der: "Piliç olacağım." Biiznillah olur. Doğru söyler. Mesela, bir avuç su incimad ile meyelan-ı inbisatı der: "Fazla yer tutacağım." Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu, demiri parçalar. İşte şu meyelanlar, irade-i İlahiyeden gelen evamir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir.