Mesnevi-i Nuriye Zerre

İnsan nevinde şu tehalüfle beraber buğday, üzüm, arı, karınca nevilerindeki tevafuk, kör tesadüfün işi olmadığı güneş gibi aşikardır. Madem ki kesretin böyle uzak, ince, geniş ahval ve etvarında da tesadüfün müdahalesine imkan yoktur. Ve tesadüfün elinden mahfuzdur. Ve ancak bir Hakimin kasdı ve bir Muhtarın ihtiyarı ve Semi, Basir bir Müridin iradesinin daire-i tasarrufundadır.
Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin alem-i İslamdan nefiy ve ihracına Risale-i Nurca verilen karar infaz edilmiştir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! şeytanın ilka etmekte olduğu vesveselerden biri:
"Yahu, şu koyun veya inek, eğer Kadir ve Alim-i Ezelinin nakşı, mülkü olmuş olsaydı, bu kadar miskin, biçare olmazlardı. Eğer batınlarında, içlerinde Alim, Kadir, Mürid bir Saniin kalemi çalışmış olsaydı, bu kadar cahil, yetim, miskin olmazlardı" diyen ve cinni şeytanlara üstad olan ey şeytan-ı insi! Cenab-ı Hak, herşeye layıkını veriyor. Ve maslahata göre veriyor. Eğer atası, in’amı bu kaideden hariç olsaydı, senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadlarından daha akıllı, daha alim olması lazımdı. Ve senin parmağın içinde senin şuur ve iktidarından daha çok bir şuur, bir iktidar yaratırdı. Demek herşeyin bir haddi var. O şey, o had ile mukayyeddir.
Kader, herşeye bir miktar ve o miktara göre bir kalıp vermiştir. Feyyaz-ı Mutlaktan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir. Malümdur ki, dahilden harice süzülen cüz-ü ihtiyari mizanıyla, ihtiyaç derecesiyle, kabiliyetin müsaadesiyle, hakimiyet-i Esmanın nizam ve tekabülüyle feyz alınabilir. Maahaza, şemsin azametini bir kabarcıkta aramak, akıllı olanın işi değildir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan, hikmetle yapılmış bir masnudur. Ve Saniin gayet hakim olduğuna, yaptığı vuzuh-u delaletle, sanki mücessem bir hikmet-i nakkaşedir. Tecessüd etmiş bir ilm-i muhtardır. İncimad etmiş bir kudret-i basire olduğu gibi, öyle bir fiilin mahsulüdür ki, istidadı irade ettiği şeyi kendisine veriyor. Eyle bir in’am ve ihsanın kesifidir ki, bütün hacatına vakıftır. Eyle bir kaderin tersim ettiği bir surettir ki, bünyesine lazım ve münasip şeyleri bilir, bu malümatla herşeyin maliki olan Malikinden nasıl tegafül eder? Ve bütün cinayetlerini bilen, hacatını gören, vaveylalarını işiten Semi, Basir, Alim, Mücib olarak üstünde bir Rakibin bulunmamasını nasıl tevehhüm edebilir?
Ey nefs-i emmare! Niçin kendini hariç tevehhüm ediyorsun? Eğer evamire imtisal dairesinden çıkarsan, ya herkesin ayağını öpercesine müraat ve ihtiram etmeye mecbur olursun. Veya ehemmiyet vermeyerek zalim-i ale’l-küll olacaksın. Bu yük ağırdır, taşıyamayacaksın, en iyisi, ecnebi olan şirki terkle mülküllahın dairesine gir ki, rahat edesin. Ve illa, sefineye binip yükünü arkasına alan ebleh adam gibi olacaksın.