beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini düşünse, tevahhuş ve dehşet ve telâş ve havftan mürekkep bir halet-i cehennem-nümûn ve ciğerşikâfta kaldığından, eşref ve ahsen-i mahlûk olan insan, herşeyden daha perişan olduğundan, nizam-ı kâmil-i kâinatın hakikatine muhalif oluyor. İşte nokta-i istinat... Evet, melce, yalnız mârifet-i Sânidir.
Demek, şu iki noktayla bu derece nizam-ı âlemde hükümfermâlık, hakikat-i nefsü’l-emriyenin hâssa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan vücud-u Sâni tecellî ediyor. Akıl görmezse de fıtrat görüyor. Vicdan nezzardır; kalb penceresidir.
Tenbih
Arş-ı kemâlât olan mârifet-i Sâniin miraçlarının usulü dörttür:
Birincisi: Tasfiye ve işraka müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.
İkincisi: İmkân ve hudusa mebnî olan mütekellimînin tarikidir. Bu iki asıl, filvaki Kur’ân’dan teşaub etmişlerdir. Lâkin, fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için, tavîlüzzeyl ve müşkilleşmiştir.
Üçüncüsü: Hükemanın mesleğidir.
Üçü de taarruz-u evhamdan masûn değildirler.
Dördüncüsü: Ki belâgat-i Kur’âniyenin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mirac-ı Kur’ânîdir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir:
Birincisi: Delil-i inayettir ki, menafi-i eşyayı tâdat eden bütün âyât-ı Kur’âniye bu delile imâ ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı