omuza veriyor, bel bele verip beraber çalışıyorlar. Her şeyi buna kıyas et; tâdâd ile bitmez.
İşte, bütün bu haller, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î gösterir ki; şu saray-ı acîbin ustasına, yani şu garip âlemin Sahibine her şey musahhardır, her şey Onun hesâbına çalışır, her şey Ona bir emirber nefer hükmündedir, her şey Onun kuvvetiyle döner, her şey Onun emriyle hareket eder, her şey Onun hikmetiyle tanzim olur. Her şey Onun keremiyle muâvenet eder, her şey Onun merhametiyle başkasının imdadına koşar; yani koşturulur. Ey arkadaş, haddin varsa buna karşı bir söz söyle.
Sekizinci Bürhan
Gel, ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arkadaş! Şu saray-ı muhteşemin Sahibini tanımak istemiyorsun. Halbuki, her şey Onu gösteriyor, Ona işaret ediyor, Ona şehâdet ediyor; bütün bu şeylerin şehâdetini nasıl tekzib ediyorsun? Öyle ise, bu sarayı da inkâr et ve "âlem yok, memleket yok" de ve kendini de inkâr et, ortadan çık; yahut aklını başına al, beni dinle.
İşte, bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihâta eden yeknesak unsurlar, mâdenler var.
Hâşiye 14
Âdetâ, memleketten çıkan her şey o maddelerden yapılıyor. Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur; tarla kimin ise, mahsulat da onundur; deniz kimin ise, içindekiler de onundur.
Hem, bak; bu dokunan şeyler, bu nesc olunan münakkaş kumaşlar bir tek maddeden yapılıyor. O maddeyi getiren, ihzâr eden ve ip haline getiren, elbette, bilbedâhe birdir. Çünkü, o iş iştirâk kabul etmez. Öyle ise, bütün nesc olunan sanatlı şeyler, ona mahsustur.
Hem de bak; bu dokunan, yapılan şeylerin her bir cinsi bütün memleketin her tarafında bulunuyor. Bütün ebnâ-i cinsleriyle öyle intişâr etmiş; beraber olarak birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapılıyor, nesc ediliyor. Demek tek bir zatın işidir; tek bir emirle hareket ediyor. Yoksa, böyle bir anda, bir tarzda, bir keyfiyette, bir heyette ittifak ve muvafakat muhâldir.
Öyle ise, bu sanatlı şeylerin her birisi, o gizli zâtın bir ilânnâmesi hükmünde, onu gösteriyor. Güyâ her bir çiçekli kumaş, her bir sanatlı makine, her bir tatlı lokma, o mu’ciznümâ zâtın birer sikkesi, birer hâtemi, birer nişanı, birer turrası hükmünde, lisân-ı hal ile her birisi der: "Ben kimin sanatıyım; bulunduğum sandıklar ve dükkânlar da onun mülküdür." Ve her bir nakış der: "Beni kim dokudu ise, bulunduğum top da onun dokumasıdır." Her bir tatlı lokma der: "Beni kim yapıyor, pişiriyorsa, bulunduğum kazan dahi onundur." Her bir makine der: "Beni kim yapmış ise, memlekette intişâr eden bütün emsâlimi de o yapıyor. Ve bütün memleketin her tarafında bizi yetiştiren odur. Demek memleketin mâliki de odur. Öyle ise, bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kim ise, o bize mâlik olabilir." Meselâ, nasıl mîrîye mahsus tek bir palaska veyahut bir tek düğmeye
Hâşiye 14
Unsurlar, mâdenler ise; pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbânî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile her bir yere giren meded veren ve hayatın levâzımâtını yetiştiren ve zîhayatı emziren ve masnuât-ı İlâhiyenin nescine, nakşına menşe’ ve müvellid ve beşik olan hava, su, ziyâ, toprak unsurlarına işarettir.