mâlik olmak için, onları yapan bütün fabrikalara mâlik olmak lâzımdır ki, onlara hakiki mâlik olsun. Yoksa, o boşboğaz başıbozuktan, "Mîrî malıdır" diye elinden alınıp tecziye edilir.
Elhasıl: Nasıl bu memleketin anâsırı memlekete muhît birer maddedir; onların mâliki de, bütün memlekete mâlik bir tek zât olabilir. Öyle de, bütün memlekette intişâr eden sanatlar, birbirine benzediği ve bir tek sikke izhâr ettikleri için, bütün memleket yüzünde intişâr eden masnular, her bir şeye hükmeden tek bir Zâtın sanatları olduğunu gösteriyorlar.
İşte ey arkadaş! Mâdem şu memlekette, yani şu saray-ı muhteşemde bir birlik alâmeti vardır, bir vahdet sikkesi var. Çünkü bir kısım şeyler, bir iken, ihâtası var; bir kısım müteaddit ise, fakat birbirine benzediği ve her tarafta bulunduğu için, bir vahdet-i nev’iye gösteriyor. Vahdet ise bir vâhidi gösterir. Demek, ustası da, mâliki de, sahibi de, sânii de bir olmak lâzım gelir.
Bununla beraber, sen, buna dikkat et ki, bir perde-i gaybdan kalınca bir ip çıkıyor.
Hâşiye 15
Bak, sonra binler ipler ondan uzanmış. Her bir ipin başına bak, birer elmas, birer nişan, birer ihsan, birer hediye takılmış. Herkese göre birer hediye veriyor. Acaba bilir misin ki, böyle garip bir gayb perdesinden böyle acîb ihsanâtı, hedâyâyı şu mahlûklara uzatan zâtı tanımamak, ona teşekkür etmemek ne kadar divânece bir harekettir? Çünkü, Onu tanımazsan, bilmecburiye diyeceksin ki, "Bu ipler, uçlarındaki elmasları, sâir hediyeleri kendileri yapıyorlar, veriyorlar." O vakit her ipe bir padişahlık mânâsını vermek lâzım gelir. Halbuki, gözümüzün önünde, bir dest-i gaybî o ipleri dahi yapıp o hedâyâyı onlara takıyor. Demek, bütün bu sarayda herşey, kendi nefsinden ziyâde o mu’ciznümâ Zâtı gösteriyor. Onu tanımazsan, bütün bu şeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aşağı düşeceksin.
Dokuzuncu Bürhan
Gel, ey muhâkemesiz arkadaş! Sen şu sarayın sahibini tanımıyorsun ve tanımak da istemiyorsun. Çünkü istib’âd ediyorsun. Onun acîb sanatlarını ve hâlâtını akla sığıştıramadığından, inkâra sapıyorsun. Halbuki, asıl istib’âd, asıl müşkülât ve hakiki suûbetler ve dehşetli külfetler, onu tanımamaktadır. Çünkü onu tanısak, bütün bu saray, bu âlem, birtek şey gibi kolay gelir, rahat olur, bu ortadaki ucuzluk ve mebzûliyete medâr olur. Eğer tanımazsak ve o olmazsa, o vakit her bir şey, bütün bu saray kadar müşkülâtlı olur. Çünkü her şey bu saray kadar sanatlıdır. O vakit ne ucuzluk ve ne de mebzûliyet kalır. Belki bu gördüğümüz şeylerin birisi, değil elimize, hiç kimsenin eline geçmezdi. Sen yalnız şu ipe takılan tatlı konserve kutusuna bak.
Hâşiye 16
Eğer onun gizli matbaha-i mu’ciznümâsından çıkmasa idi, şimdi kırk para ile aldığımız halde, yüz liraya alamazdık.
Hâşiye 15
Kalınca bir ip, meyvedar ağaca; binler ipler ise, dallarına; ipler başındaki elmas, nişan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksâmına ve meyvelerin envâına işarettir.
Hâşiye 16
Konserve kutusu, kudret konserveleri olan kavun, karpuz, nar; süt kutusu Hindistan cevizi gibi rahmet hediyelerine işarettir.