en mergub bir sûret alacaktır. Hattâ, insanlar kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icrâ ettirmek için, en keskin silâhını; cezâlet-i beyândan ve en mukàvemetsûz kuvvetini, belâgat-ı edâdan alacaktır."
Elhâsıl, Kur’ân’ın ekser âyetleri, her biri birer hazîne-i kemâlâtın anahtarı ve birer defîne-i ilmin miftâhıdır. Eğer istersen Kur’ân’ın semâvâtına ve âyâtının nücumlarına yetişesin; geçmiş olan yirmi adet Sözleri, yirmi basamaklı
Hâşiye 1
bir merdiven yaparak çık. Onunla gör ki, Kur’ân ne kadar parlak bir güneştir. Hakàik-ı İlâhiyeye ve hakàik-ı mümkinât üstüne nasıl sâfî bir nur serpiyor ve parlak bir ziyâ neşrediyor, bak.
Netice: Mâdem enbiyâya dâir olan âyetler, şimdiki terakkiyât-ı beşeriyenin hârikalarına birer nevi işaretle beraber, daha ilerideki hududunu çiziyor gibi bir tarz-ı ifadesi var; ve mâdem her bir âyetin müteaddit mânâlara delâleti muhakkaktır, belki müttefeku’n-aleyhtir; ve mâdem enbiyâya ittibâ etmek ve iktidâ etmeye dâir evâmir-i mutlaka var; öyle ise, şu geçmiş âyetlerin maânî-i sarîhalarına delâletle beraber, "San’at ve fünûn-u beşeriyenin mühimlerine işarî bir tarzda delâlet, hem teşvik ediliyor" denilebilir.
İki mühim suâle karşı iki mühim cevap
BİRİNCİSİ:
Eğer desen: "Mâdem Kur’ân, beşer için nâzil olmuştur. Neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet hârikalarını tasrih etmiyor? Yalnız gizli bir remz ile, hafî bir îmâ ile, hafif bir işaretle, zayıf bir ihtar ile iktifâ ediyor?"
Elcevap: Çünkü, medeniyet-i beşeriye hârikalarının hakları bahs-i Kur’ânîde o kadar olabilir. Zîrâ, Kur’ân’ın vazife-i asliyesi daire-i Rubûbiyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubûdiyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir. Öyle ise, şu havârik-ı beşeriyenin o iki dairede hakları yalnız bir zayıf remz, bir hafif işaret ancak düşer. Çünkü, onlar daire-i Rubûbiyetten haklarını isteseler, o vakit pek az hak alabilirler.
Meselâ, tayyâre-i beşer
Hâşiye 2
Kur’ân’a dese: "Bana bir hakk-ı kelâm ver, âyâtında bir mevkî ver." Elbette o daire-i Rubûbiyetin tayyâreleri olan seyyârât, arz, kamer, Kur’ân nâmına diyecekler: "Burada cirmin kadar bir mevkî alabilirsin."
Eğer beşerin tahte’l-bahirleri, âyât-ı Kur’âniyeden mevkî isteseler, o dairenin tahte’l-bahirleri, yani, bahr-i muhît-i havaîde ve esir denizinde yüzen zemin ve yıldızlar ona diyecekler: "Yanımızda senin yerin görünmeyecek derecede azdır."
Eğer elektriğin, parlak, yıldız-misâl lâmbaları, hakk-ı kelâm isteyerek, âyetlere girmek isteseler, o dairenin elektrik lâmbaları olan şimşekler, şahaplar ve gökyüzünü zînetlendiren yıldızlar ve misbahlar diyecekler: "Işığın nisbetinde bahis ve beyâna girebilirsin."
Eğer havârik-ı medeniyet, dekàik-ı san’at cihetinde haklarını
Hâşiye 1
Belki otuz üç adet Sözleri, otuz üç adet Mektupları, otuz bir Lem’aları, on üç Şuâları, yüz yirmi basamaklı bir merdivendir.
Hâşiye 2
Şu ciddî meseleyi yazarken, ihtiyârsız olarak, kalemim üslûbunu şu latîf latîfeye çevirdi. Ben de kalemimi serbest bıraktım. Ümit ederim ki, üslûbun latîfeliği, meselenin ciddiyetine halel vermesin.