Sözler — İkinci Makam

teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek "Haydi, arş ileri!" diyor. Bu âyetin hazîne-i uzmâsından şimdilik bu cevherle iktifâ ederek, o kapıyı kapıyoruz.
Hem meselâ, hâtem-i dîvân-ı nübüvvet; ve bütün enbiyânın mu’cizeleri onun dâvâ-i risâletine birtek mu’cize hükmünde olan enbiyânın serveri; ve şu kâinatın mâbihi’l-iftihârı; ve Hazret-i Âdem’e (Aleyhisselâm) icmâlen tâlim olunan bütün esmânın bütün merâtibiyle tafsilen "Mazharı" Aleyhissalâtü Vesselâm; yukarıya Celâl ile parmağını kaldırmakla şakk-ı kamer eden ve aşağıya Cemâl ile indirmekle yine o parmağından Kevser gibi su akıtan ve bin mu’cizât ile musaddak ve müeyyed olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın mu’cize-i kübrâsı olan Kur’ân-ı Hakîmin vücûh-u i’câzının en parlaklarından olan hak ve hakikate dâir beyânâtındaki cezâlet, ifadesindeki belâgat, maânîsindeki câmiiyet, üslûblarındaki ulviyet ve halâveti ifade eden,

gibi çok âyât-ı beyyinâtla ins ve cinnin enzârını şu mu’cize-i ebediyenin vücûh-u i’câzından en zâhir ve en parlak vechine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlarına dokunduruyor. Dostlarının şevklerini, düşmanlarının inadını tahrik edip, azîm bir teşvik ile, şiddetli bir terğib ile dost ve düşmanları, onu tanzîre ve taklide, yani nazîrini yapmak ve kelâmını ona benzetmek için sevk ediyor; hem öyle bir sûrette o mu’cizeyi nazargâh-ı enâma koyuyor. Güyâ insanın bu dünyaya gelişinden gàye-i yegânesi, o mu’cizeyi hedef ve düstur ittihaz edip, ona bakarak, netice-i hilkat-i insaniyeye bilerek yürümektir.
Elhâsıl: Sâir enbiyâ Aleyhimüsselâmın mu’cizâtları, birer havârik-ı san’ata işaret ediyor ve Hazret-i Âdem Aleyhisselâmın mu’cizesi ise, esâsât-ı san’at ile beraber, ulûm ve fünûnun, havârik ve kemâlâtının fihristesini bir sûret-i icmâlîde işaret ediyor ve teşvik ediyor.
Ammâ, mu’cize-i kübrâ-i Ahmediye (a.s.m.) olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân ise, tâlim-i Esmânın hakikatine mufassalan mazhariyetini, hak ve hakikat olan ulûm ve fünûnun doğru hedeflerini ve dünyevî, uhrevî kemâlâtı ve saâdâtı vâzıhan gösteriyor; hem pek çok azîm teşvîkàtla, beşeri onlara sevk ediyor.
Hem öyle bir tarzda sevk eder, teşvik eder ki, o tarz ile şöyle anlattırıyor: "Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı âlâ, tezâhür-ü Rubûbiyete karşı, ubûdiyet-i külliye-i insaniyedir; ve insanın gàye-i aksâsı, o ubûdiyete ulûm ve kemâlât ile yetişmektir."
Hem öyle bir sûrette ifade ediyor ki, o ifade ile şöyle işaret eder ki: "Elbette nev-i beşer, âhir vakitte ulûm ve fünûna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir."
Hem, o Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, cezâlet ve belâgat-ı Kur’âniyeyi mükerreren ileri sürdüğünden, remzen anlattırıyor ki: "Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belâgat ve cezâlet, bütün envâıyla âhir zamanda

De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler. (İsrâ Sûresi: 88.)