Sözler — İkinci Makam

Ehad-i Samede verilmediği vakit, herbir zîhayatta, hattâ bir sinekte, bir çiçekte, nihayetsiz bir Kudret-i Fâtıra, içinde saklandığını ve her şeyi muhît bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir irâde-i mutlaka onda mevcud olduğunu, belki Vâcibü’l-Vücuda mahsus bâkî sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabul etmek, âdetâ o çiçeğin, o sineğin herbir zerresine bir ulûhiyet vermek gibi dalâletin en eblehcesine, hurâfâtın en ahmakçasına bir derekesine düşmek lâzım gelir. Zîrâ o şeyin zerrelerine, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiş ki, o zerre, cüz’ü olduğu zîhayata bakar. Onun nizâmına göre vaziyet alır. Belki o zîhayatın bütün nev’ine bakar gibi, o nev’in devamına yarayacak her yerde zer’ etmek ve nev’inin bayrağını dikmek için kanatçıklarla kanatlanmak gibi bir keyfiyet alır. Belki o zîhayat alâkadar ve muhtaç olduğu bütün mevcudâta karşı muâmelâtını ve münâsebât-ı rızkıyesini devam ettirecek bir vaziyet tutuyor. İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit, o zerreye her şeyi görür bir göz, her şeye muhît bir şuur vermek lâzımdır.
Elhâsıl: Nasıl şu katrelerde ve camın zerreciklerinde olan güneşçikler ve çeşit çeşit renkler, güneşin cilve-i aksine ve in’ikâsının tecellîsine verilmezse, birtek güneşe mukabil nihayetsiz güneşleri kabul etmek lâzım gelir. Muhâl ender muhâl bir hurâfeyi kabul etmek iktizâ eder. Aynen bunun gibi, eğer herşey Kadîr-i Mutlaka verilmezse, birtek Allah’a mukabil nihayetsiz, belki zerrât-ı kâinat adedince ilâhları kabul etmek gibi, yüz derece muhâl içindeki bir muhâli mevcud kabul etmek gibi bir divânelik hezeyânına düşmek lâzım gelir.
Elhâsıl, her bir zerreden, üç pencere, Şems-i Ezelînin nur-u Vahdâniyetine ve vücûb-u vücuduna açılır:
• BİRİNCİ PENCERE: Her bir zerre, bir nefer gibi, askerî dairelerinin her birinde, yani takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda, her birisinde bir nisbeti, o nisbete göre bir vazifesi ve o vazifeye göre dahi, senin gözünde, başında, vücudunda ve kuvve-i müvellide, nizâmı dairesinde bir hareketi olduğu gibi; hem meselâ, senin gözbebeğindeki o câmid zerrecik kuvve-i câzibe, kuvve-i dâfia, kuvve-i müsavvire gibi deverân-ı deme ve his ve harekeye hizmet eden evride ve şerâyin ve sâir âsablarda, hem senin nevinde, ilâ âhir; birer nisbeti, birer vazifesi bulunduğunu, bilbedâhe bir Kadîr-i Ezelînin eser-i sunu ve memur-u muvazzafı ve taht-ı tedbîrinde olduğunu, kör olmayan göze gösterir.
• İKİNCİ PENCERE: Havadaki her bir zerre, her bir çiçeği, her bir meyveyi ziyâret edebilir, hem her çiçeğe, her meyveye girer, işleyebilir. Eğer her şeyi görür ve bilir bir Kadîr-i Mutlakın memur-u musahharı olmasa, o serseri zerre, bütün meyvelerin, çiçeklerin cihazâtını ve yapılmasını ve ayrı ayrı sanatlarını ve onlara giydirilen sûretlerin terziliğini ve hıyâtât-ı kâmile-i muhîta-i sanatını bilmek lâzım gelir.
İşte şu zerre, bir güneş gibi bir nur-u tevhidin şuâını gösteriyor. Ziyâyı havaya, mâ’yı türâba kıyas et. Zâten eşyanın asıl menşe’leri, şu dört maddedir. Yeni hikmetle, müvellidü’l-mâ, müvellidü’l-humuza, karbon, azot’tur ki, bu anâsır, evvelki unsurların eczâlarıdır.