kâinat kadar ihtiyacâtını birden kolaylıkla küçücük daire-i hayatına yetiştirmek, Samediyet turrasını gösteriyor. Yani o hal gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki, ona, her şeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var. Bütün eşya, Onun bir teveccühünün yerini tutamaz.
-1-
Hem o hal gösteriyor ki, onun o Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazînesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiçbir şey ağır gelmez. İşte Samediyetin gölgesini gösteren bir turrası.
Demek, herbir zîhayatta bir sikke-i Ehadiyet, bir turra-i Samediyet vardır. Evet, herbir zîhayat, hayat lisâniyle
-2- okuyor. Bu iki sikkeden başka, birkaç pencere-i mühimme de var. Başka bir yerde tafsil edildiği için burada ihtisar edildi.
Mâdem şu kâinatın herbir zerresi böyle üç pencereyi ve iki deliği ve hayat dahi iki kapıyı birden Vâcibü’l-Vücudun Vahdâniyetine açıyor, zerreden tâ şemse kadar tabakàt-ı mevcudât, Zât-ı Zülcelâlin envâr-ı mârifetini ne sûretle neşrettiğini kıyas edebilirsin. İşte mârifetullahta terakkiyât-ı mâneviyenin derecâtını ve huzurun merâtibini bundan anla ve kıyas et.
BEŞİNCİ LEM’A:
Nasıl ki bir kitap, eğer yazma ve mektup olsa, onun yazmasına bir kalem kâfidir. Eğer basma ve matbû olsa, o kitâbın hurufâtı adedince kalemler, yani demir harfler lâzımdır; tâ o kitap tâb edilip vücud bulsun. Eğer o kitâbın bâzı harflerinde, gayet ince bir hat ile, o kitâbın ekseri yazılmış ise, Sûre-i Yâsin lâfz-ı Yâsinde yazıldığı gibi, o vakit bütün o demir harflerin küçücükleri o tek harfe lâzım-tâ tâb edilsin.
Aynen öyle de, şu kitâb-ı kâinatı kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücûb derecesinde bir suhûlet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbâba isnad etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhâl derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurâfâtlı şöyle bir yola gidersin ki, tabiat için herbir cüz toprakta, herbir katre suda, herbir parça havada, milyarlarca mâdenî matbaalar ve hadsiz mânevî fabrikalar bulunması lâzım; tâ ki hesapsız çiçekli, meyveli masnuâtın teşekkülâtına mazhar olabilsin. Yahut her şeye muhît bir ilim, her şeye muktedir bir kuvvet onlarda kabul etmek lâzım gelir-tâ şu masnuâta hakiki masdar olabilsin.
Çünkü, toprağın ve suyun ve havanın herbir cüz’ü ekser nebâtâta menşe’ olabilir. Halbuki, herbir nebat-meyveli olsa, çiçekli olsa-teşekkülâtı o kadar muntazamdır, o kadar mevzundur, o kadar birbirinden
1 Üstada âit ifade olup, meâli üstteki paragrafın "Yani" ile başlayan son iki cümlesinde verilmiştir.
2 De ki: O Allah birdir. • O Allah’tır, Sameddir; her şey Ona muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. (İhlâs Sûresi: 1-2.)