mümtazdır, o kadar keyfiyetçe birbirinden ayrıdır ki, herbirisine yalnız ona mahsus birer ayrı mânevî fabrika veya ayrı birer matbaa lâzımdır. Demek tabiat, mistarlıktan masdarlığa çıksa, herbir şeyde bütün şeylerin makinelerini bulundurmaya mecburdur. İşte bu tabiatperestlik fikrinin esâsı öyle bir hurâfâttır ki, hurâfeciler dahi ondan utanıyorlar. Kendini âkıl zanneden ehl-i dalâletin, nasıl nihayetsiz hezeyanlı bir akılsızlık iltizam ettiklerini gör, ibret al.
Elhâsıl: Nasıl, bir kitâbın herbir harfi, kendi nefsini bir harf kadar gösterip ve kendi vücuduna tek bir sûretle delâlet ediyor ve kendi kâtibini on kelime ile tarif eder ve çok cihetlerle gösterir-meselâ, "Benim kâtibimin hüsn-ü hattı var. Kalemi kırmızıdır, şöyledir, böyledir" der; aynen öyle de, şu kitâb-ı kebîr-i âlemin herbir harfi, kendine cirmi kadar delâlet eder ve kendi sûreti kadar gösterir. Fakat, Nakkaş-ı Ezelînin esmâsını bir kasîde kadar tarif eder ve keyfiyetleri adedince işaret parmaklarıyla o esmâyı gösterir, Müsemmâsına şehâdet eder. Demek hem kendini, hem bütün kâinatı inkâr eden safsatacı gibi ahmak, yine Sâni-i Zülcelâlin inkârına gitmemek gerektir.
ALTINCI LEM’A:
Hàlık-ı Zülcelâlin nasıl ki mahlûkatının herbir ferdinin başında ve masnuâtının herbir cüz’ünün cephesinde, ehadiyetinin sikkesini koymuştur-nasıl ki geçmiş lem’alarda bir kısmını gördün; öyle de, herbir nev’in üstünde çok sikke-i ehadiyet, herbir küll üstünde müteaddit hâtem-i Vâhidiyet, tâ mecmû-u âlem üstünde mütenevvi’ turra-i Vahdet, gayet parlak bir sûrette koymuştur. İşte pekçok sikkelerden ve hâtemlerden ve turralardan, sath-ı arz sayfasında bahar mevsiminde vaz’ edilen bir sikke, bir hâtemi göstereceğiz. Şöyle ki:
Nakkaş-ı Ezelî, zeminin yüzünde yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebâtât ve hayvanâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşr ve neşretmesi, bahar gibi zâhir ve bâhir parlak bir sikke-i tevhiddir.
Evet, bahar mevsiminde ölmüş arzın ihyâsı içinde, üç yüz bin haşrin numûnelerini kemâl-i intizam ile icad etmek ve arzın sayfasında birbiri içinde üç yüz bin muhtelif envâın efrâdını hatâsız ve sehivsiz, galatsız, noksansız, gayet mevzun, manzum, gayet muntazam ve mükemmel bir sûrette yazmak, elbette nihayetsiz bir kudrete ve muhît bir ilme ve kâinatı idare edecek bir idareye mâlik bir Zât-ı Zülcelâlin, bir Kadîr-i Zülkemâlin ve bir Hakîm-i Zülcemâlin sikke-i mahsusası olduğunu zerre miktar şuuru bulunanın derk etmesi lâzım gelir. Kur’ân-ı Hakîm ferman ediyor ki:
Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O her şeye hakkıyla kàdirdir. (Rum Sûresi: 50.)