Sözler — İkinci Makam

Evet, zeminin diriltilmesinde, üç yüz bin haşrin numûnelerini, birkaç gün zarfında yapan, gösteren Kudret-i Fâtıraya, elbette insanın haşri, ona göre kolay gelir. Meselâ, Gelincik Dağını ve Süphan Dağını bir işaretle kaldıran bir zât-ı mu’ciznümâya, "Şu dereden yolumuzu kapayan şu koca taşı kaldırabilir misin?" denilir mi? Öyle de, gök ve dağ ve yeri altı günde icad eden ve onları vakit bevakit doldurup boşaltan bir Kadîr-i Hakîme, bir Kerîm-i Rahîme, "Ebed tarafından ihzâr edilip serilmiş, kendi ziyâfetine gidecek yolumuzu seddeden şu toprak tabakasını üstümüzden kaldırabilir misin? Yeri düzeltip bizi ondan geçirebilir misin?" İstib’âd sûretinde söylenir mi?
Şu zeminin yüzünde yaz zamanında bir sikke-i tevhidi gördün. Şimdi bak; gayet Basîrâne ve Hakîmâne, zeminin yüzündeki, şu tasarrufât-ı azîme-i bahariye üstünde bir hâtem-i Vâhidiyet gayet âşikâre görünüyor. Çünkü şu icraat, bir vüsat-i mutlaka içinde ve o vüsatle beraber bir sürat-i mutlaka ile ve o sürat ile beraber bir sehâvet-i mutlaka içinde görünen intizam-ı mutlak ve kemâl-i hüsn-ü sanat ve mükemmeliyet-i hilkat öyle bir hâtemdir ki, gayr-i mütenâhî bir ilim ve nihayetsiz bir kudret sahibi ona sahip olabilir.
Evet, görüyoruz ki, bütün yeryüzünde bir vüsat-i mutlaka içinde bir icad, bir tasarruf, bir faaliyet var. Hem, o vüsat içinde bir sürat-i mutlaka ile işleniyor. Hem, o sürat ve vüsatle beraber, teksir-i efradda bir sehâvet-i mutlaka görünüyor. Hem, o sehâvet ve vüsat ve süratle beraber, bir suhûlet-i mutlaka görünüyor. Hem, o sahâvet ve suhûlet ve sürat ve vüsatle beraber, her bir nevide, her bir ferdde görünen bir intizam-ı mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü sanat ve nihayet ihtilât içinde bir imtiyâz-ı etemm ve gayet mebzûliyet içinde gayet kıymettar eserler ve gayet geniş daire içinde tam bir muvâfakat ve gayet suhûlet içinde gayet san’atkârâne bedîaları icad etmek, bir anda, her yerde, bir tarzda, her ferdde bir sanat-ı hârika, bir faaliyet-i mu’ciznümâ göstermek, elbette ve elbette öyle bir Zâtın hâtemidir ki, hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hâzır, nâzırdır. Hiçbir şey Ondan gizlenmediği gibi, hiçbir şey Ona ağır gelmez; zerrelerle yıldızlar, Onun kudretine nisbeten müsâvidirler.
Meselâ, o Rahîm-i Zülcemâlin bâğistân-ı kereminden, mu’cizâtının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım; yüz elli beş çıktı. Bir salkımın dânesini saydım; yüz yirmi kadar oldu. Düşündüm, dedim: "Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa, dâim su verse, şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurup tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifâyet edecek. Halbuki, bâzan az bir rutûbet ancak eline geçer. İşte bu işi yapan, her şeye kàdir olmak lâzım gelir.

Sanatında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan uzaktır.