YEDİNCİ LEM’A:
Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitâb-ı kebîrine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmûası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuh ile hâtem-i Vahdet okunuyor. Çünkü, şu mevcudât bir fabrikanın, bir kasrın, bir muntazam şehrin eczâları ve efradları gibi bel bele verip, birbirine karşı muâvenet elini uzatıp, birbirinin suâl-i hâcetine, "Lebbeyk, başüstüne!" derler, el ele verip bir intizam ile çalışırlar, başbaşa verip zevi’l-hayata hizmet ederler, omuz omuza verip, bir gàyeye müteveccihen bir Müdebbir-i Hakîme itaat ederler.
Evet, güneş ve aydan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, tâ nebâtâtın, muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde ve hayvanların zayıf, şerif insanların imdadına koşmalarında, hattâ mevadd-ı gıdâiyenin latîf, nahif yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında, tâ zerrât-ı taâmiyenin hüceyrât-ı beden imdâdına geçmelerinde câri olan bir düstur-u teâvünle hareketleri, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki, gayet Kerîm birtek Mürebbî’nin kuvvetiyle, gayet Hakîm birtek Müdebbir’in emriyle hareket ediyorlar.
İşte, şu kâinat içinde câri olan bu tesânüd, bu teâvün, bu tecâvüb, bu teânuk, bu musahhariyet, bu intizam, birtek Müdebbir’in tertibiyle idare edildiklerine ve birtek Mürebbî’nin tedbîriyle sevk edildiklerine katiyen şehâdet etmekle beraber; şu bilbedâhe san’at-ı eşyada görünen hikmet-i âmme içindeki inâyet-i tâmme ve o inâyet içinde parlayan rahmet-i vâsia ve o rahmet üstünde serilen ve rızka muhtaç herbir zîhayata onun hâcetine lâyık bir tarzda iâşe etmek için serpilen erzak ve iâşe-i umumi, öyle parlak bir hâtem-i tevhiddir ki, bütün bütün aklı sönmeyen anlar ve bütün bütün kör olmayan görür.
Evet, kasd ve şuur ve irâdeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatı kaplamış. Ve o perde-i hikmet üstünde lûtuf ve tezyin ve tahsin ve ihsanı gösteren bir perde-i inâyet serilmiştir. Ve o müzeyyen perde-i inâyet üstünde kendini sevdirmek ve tanıttırmak, in’âm ve ikram etmek lem’alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır. Ve o münevver perde-i rahmet-i âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemâl-i şefkat ve hüsn-ü terbiyeyi ve luti-u Rubûbiyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiye dizilmiştir.
Evet, şu mevcudât, zerrelerden güneşlere kadar, ferdler olsun, neviler olsun, küçük olsun, büyük olsun, semerât ve gàyâtla ve faydalar ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten muhteşem bir gömlek giydirilmiş; ve o hikmetnümâ sûret gömleği üstünde lûtuf ve ihsan çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inâyet, her şeyin kametine göre biçilmiş; ve o müzeyyen hulle-i inâyet üzerine tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in’âm lem’alarıyla münevver rahmet nişanları takılmış; ve o münevver ve murassâ nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin yüzünde bütün zevi’l-hayatın tâifelerine kâfi, bütün hâcetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumi kurulmuştur.
İşte şu iş, güneş gibi âşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzâk bir Zât-ı Zülcemâle işaret edip gösteriyor.
Öyle mi? Her şey rızka muhtaç mıdır?