Bir ruh-u nurânînin, kendi mir’atlarında timsâlleri oluyor birer hayy-ı murtabıt. Aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp, birer nur-u münbasıt.
Ger şems hayvan olaydı, olur harareti hayatı, ziyâ onun şuuru. Şu havâssa mâliktir aynada timsâli.
İşte budur şu esrarın miftahı: Cebrâil hem Sidre’de, hem sûret-i Dıhyede, meclis-i Nebevîde,
Hem kim bilir kaç yerde! Azrâil’in bir anda Allah bilir kaç yerde ruhları kabz ediyor. Peygamberin bir anda,
Hem keşf-i evliyâda, hem sâdık rüyalarda ümmetine görünür, hem haşirde umum ile şefaatle görüşür.
Velîlerin abdalı çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür.
Müstaid, müçtehid olabilir; müşerri’ olamaz
İçtihadın şartını hâiz olan her müstaid, ediyor nefsi için nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayra ilzam edemez.
Ümmeti dâvetle teşri’ edemez. Fehmi, şeriattan olur, lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri’ olamaz.
İcmâ ile cumhurdur, sikke-i şer’i görür. Bir fikre dâvet etmek, zann-ı kabul-ü cumhur şart-ı evvel oluyor.
Yoksa dâvet bid’attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz.
Nur-u akıl kalbden gelir
Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziyâ-i kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.
O nur ile bu ziyâ mezc olmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.
Gözünde bir nehâr var; lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki, bir leyl-i münevver.
O içinde bulunmazsa, o şahmpâre göz olmaz, sende birşey göremez. Basîretsiz basar da para etmez.
Ger fikret-i beyzâda süveydâ-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basîret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.