Bâzan da mücâhiddir, bâzan süpürgecidir. Dimağda vesveseler, hem pekçok ihtimâller kalb içine girmese, sarsılmaz imân, vicdan.
Yoksa bâzıların zannınca imân dimağda olsa, ruh-u imân olan hakkalyakîne ihtimâlât-ı kesîre olur birer hasm-ı bîemân.
Kalb ile vicdan, mahall-i imân. Hads ile ilham, delil-i imân. Bir hiss-i sâdis, tarîk-ı imân. Fikir ile dimağ, bekçi-i imân.
Tâlim-i nazariyâttan ziyâde tezkir-i müsellemâta ihtiyaç var
Zarûriyât-ı dinî, müsellemât-ı şer’î, kulûblerde hâsıldır, ihtar ile huzuru, tezkir ile şuuru.
Matlub da hâsıl olur. İbâre-i Arabî
Hâşiye
daha ulvî ediyor tezkiri, hem ihtarı.
Onun için Cumada hutbe-i Arabiye, zarûriyâtı ihtar, müsellemâtı tezkir, maalkifâye olur onun tarz-ı tezkiri.
Nazariyâtı tâlim onda maksud değildir. Hem İslâmın vicdânî sîmâsında şu Arabî ibâre bir nakş-ı Vahdettir; kabul etmez teksiri.
Hadîs der âyete: "Sana yetişmek muhâl"
Hadîs ile âyeti muvâzene edersen, bilbedâhe görürsün: Beşerin en beliği, vahyin de mübelliği, o dahi bâliğ olmaz
Belâgat-ı âyete. O da ona benzemez. Demek ki, lisân-ı Ahmedîden gelen herbir kelâm her dem onun olamaz.
İcâz ile beyân, i’câz-ı Kur’ân
Biz zaman rüyâda gördüm ki, Ağrı Dağı altındayım. Birden o dağ patladı, dağ gibi taşları âleme dağıttı, sarstı cihânı.
Füc’eten bir adam yanımda peydâ oldu. Dedi ki: "îcâz ile beyân et, icmâl ile îcâz et bildiğin enva-ı i’câz-ı Kur’ân’ı."
Daha rüyâda iken tâbirini düşündüm. Dedim, şuradaki infilâk, beşerde bir inkılâba misâl. İnkılâbda ise elbet hüdâ-i Furkanî,
Hâşiye
On sene sonra bir hadiseyi hissetmiş, mukabeleye çalışmış.