Sözler Lemeat

İhtiyarlandıkça zaman, Kur’ân da gençleşiyor. Rumuzu hem tavazzuh eder, tabiat ve esbâbın perdesini de yırtar o hitâb-ı Yezdânî.
Nur-u tevhidi, her dem her âyetten fışkırır. Şehâdet perdesini gayb üstünde kaldırır. Ulviyet-i hitâbı, dikkate dâvet eder o nazar-ı insanı,
Ki, o lisân-ı gaybdır; şehâdet âlemiyle bizzat odur konuşur. Şu unsurdan bu çıkar: Hârika tazeliği bir ihâta-i ummânî.
Te’nîs-i ezhân için akl-ı beşere karşı İlâhî tenezzülât. Tenzilin üslûbunda tenevvüü, mûnisliğidir mahbub-u ins ü cânı.
Beşinci menba ise, nakil ve hikâyâtında, ihbar-ı sâdıkada, esasî noktalardan hazır müşâhid gibi bir üslûb-u bedî-i pürmaânî
Naklederek, beşeri onunla ikaz eder. Menkulâtı şunlardır: İhbar-ı evvelîni, ahvâl-i âhirîni, esrar-ı Cehennem ve Cinânı,
Hakàik-ı gaybiye, hem esrar-ı şehâdet, serâir-i İlâhî, revâbıt-ı kevnîye dâir hikâyâtıdır hikâyet-i iyânî
Ki, ne vâki’ reddeylemiş, ne mantık tekzib etmiş. Mantık kabul etmezse, red de bile edemez. Semâvî kitapların ki, matmâh-ı cihânî.
İttifakî noktalarda musaddıkàne nakleder. İhtilâfî yerlerinde musahhihâne bahseder. Böyle naklî umûrlar bir "ümmî"den sudûru hârika-i zamanî.
Altıncı unsur ise, mutazammın ve müessis olmuş din-i İslâma. İslâmiyet misline ne mâzi muktedirdir, ne müstakbel muktedir; araştırsan zaman ile mekânı.
Arzımızı senevî, yevmî dairesinde şu hayt-ı semâvîdir, tutmuş da döndürüyor. Küreye ağır basmış, hem dahi ona binmiş; bırakmıyor isyanı.
Yedinci menba ise, şu altı menbadan çıkan envar-ı sitte, birden eder imtizâc. Ondan çıkar bir hüsün, bundan gelir bir hads, vâsıta-i nurânî.
Şundan çıkan bir zevktir. Zevk-i i’câz bilinir; tâbirine lisânımız yetişmez. Fikir dahi kàsırdır; görünür de, tutulmaz o nücûm-u âsumânî.
On üç asır müddette meylü’t-tehaddî varmış Kur’ân’ın a’dâsında; şevk-i taklid uyanmış Kur’ân’ın ahbabında. İşte i’câzın bir bürhanı.
Şu iki meyl-i şedidle yazılmıştır, meydanda. Milyonlarla kütüb-ü Arabiye gelmiştir kütüphâne-i vücuda. Onlar ile tenzili, düşerse bir mîzanı,
Muvâzene edilse, değil dânâ-i bîmüdânî, hattâ en âmî adam, göz kulakla diyecek: "Bunlar ise insanî; şu ise âsumânî."
Hem de hükmedecek: Şu bunlara benzemez, rütbesinde olamaz. Öyle ise, ya umumdan aşağı-bu ise, bilbedâhe mâlûm olmuş butlânı.
Öyle ise umumun fevkındedir. Mazmunları o kadar zamanda, kapı açık, beşere vakfedilmiş; kendine dâvet etmiş ervâhıyla ezhânı.