Sözler Lemeat

Kur’ân’ın edebi ise, öyle bir hüznü verir ki, âşıkàne hüzündür, yetimâne değildir. Firâku’l-ahbabdan gelir; fakdü’l-ahbabdan gelmez.
Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine, şuurlu, hem rahmetli bir san’at-ı İlâhî onun medâr-ı bahsi. Tabiattan bahsetmez.
Kör kuvvetin yerine, inâyetli, hikmetli bir kudret-i İlâhî ona medâr-ı beyân. Onun için, kâinat vahşetzâr sûret giymez.
Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cemiyet-i ahbab. Her tarafta tecâvüb, her cânibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.
Her köşede istînâs, o cemiyet içinde mahzunu vaz’ ediyor bir hüzn-ü müştakàne; bir hiss-i ulvî verir, gamlı bir hüznü vermez.
İkisi birer şevki de verir. O yabânî edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasıt; ruha ferah veremez.
Kur’ân’ın şevki ise, ruh düşer heyecana, şevk-i maâlî verir. İşte bu sırra binâen, şeriat-ı Ahmediye (a.s.m.) lehviyâtı istemez.
Bâzı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip; demek hüzn-ü Kur’ânî veya şevk-i tenzilî veren âlet zarar vermez.
Eğer hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsânî verse, âlet haramdır. Değişir eşhâsa göre; herkes birbirine benzemez.

Dallar, semerâtı, rahmet nâmına takdim ediyor
Şecere-i hilkatin dalları her tarafta semerât-ı niâmı zîruhun ellerine zâhiren uzatıyor.
Hakikatte bir yed-i rahmet, bir dest-i kudrettir ki, o semerâtı, o dalları içinde sizlere uzatıyor.
O yed-i rahmeti, siz de şükür ile öpünüz. O dest-i kudreti de minnetle takdîs ediniz.

Fâtiha’nın âhirinde işaret olunan üç yolun beyânı
Ey birâder-i püremel! Hayalini ele al, benimle beraber gel. İşte bir zemindeyiz. Etrafına bakarız; kimse de görmez bizi.
Çadır direkleri hükmünde yüksek dağlar üstünde, karanlıklı bir bulut tabakası atılmış. Hem o dahi kaplatmış zeminimizin yüzü,