Râbian, biz ecrâm-ı ulviyeye baktıkça, onlar nazara verir bir havf ile dehşeti. Hem vicdânın müz’ici bir tevahhuş geliyor akılsûz, evhamsâz.
İşte, ey birâder! Bu dalâletin yolu, mahiyeti şöyledir. Küfürdeki zulmeti bu yolda tamam gördük. Şimdi de gel kardeşim, o ademe döneriz.
Tekrar yine geliriz. Bu kere tarîkımız sırat-ı müstakîmdir, hem imânın yoludur. Delil ve imamımız, inâyet ve Kur’ân’dır, şehbâz-ı edvârpervâz.
İşte Sultan-ı Ezelin rahmet ve inâyeti vaktâ bizi istedi, kudret bizi çıkardı, lütfen bizi bindirdi kanun-u meşîete etvâr üstünde perdâz.
Şimdi bizi getirdi, şefkat ile giydirdi şu hilat-ı vücudu. Emanet rütbesini bize tevcih eyledi; nişanı, niyaz ve namaz.
Şu edvâr ve etvârın, bu uzun yolumuzda birer menzil-i nazdır. Yolumuzda teshilât içindir ki, kaderden bir emirnâme vermiş sahifede cephemiz.
Her nereye geliriz, herhangi tâifeye misafir oluyoruz; pek uhuvvetkârâne istikbâl görüyoruz. Malımızdan veririz, mallarından alırız.
Ticaret muhabbeti, onlar bizi beslerler, hediyelerle süslerler, hem de teşyi’ ederler. Gele gele, işte geldik, dünya kapısındayız, işitiyoruz âvâz.
Bak, girdik şu zemine, ayağımızı bastık şehâdet âlemine. Şehrâyin-i Rahmân, gürültühâne-i insan. Hiçbir şey bilmeyiz; delil ve imamımız,
Meşîet-i Rahmân’dır. Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz. Gözlerimizi açtık, dünya içine saldık. Hatırına gelir mi evvelki gelişimiz?
Garip, yetim olmuştuk; düşmanlarımız çoktu. Bilmezdik hâmimizi. Şimdi nur-u imânla o düşmanlara karşı bir rükn-ü metînimiz,
İstinâdî noktamız, hem himâyetkârımız, def’ eder düşmanları. O imân-ı billâhtır ki ziyâ-i ruhumuz, hem nur-u hayatımız, hem de ruh-u ruhumuz.
İşte kalbimiz rahat, düşmanları aldırmaz, belki düşman tanımaz. Evvelki yolumuzda, vaktâ vicdâna girdik; işittik ondan binlerle feryâd ü fîzâr ve âvâz.
Ondan belâya düştük. Zîrâ âmâl, arzular, istidad ve hissiyât dâim ebedi ister. Onun yolunu bilmezdik. Bizden yol bilmemezlik; onda fîzâr ve niyaz.
Fakat, elhamdülillâh, şimdi gelişimizde bulduk nokta-i istimdâd ki, dâim hayat verir o istidad, âmâle; tâ ebedü’l-âbâda onları eder pervâz.
Onlara yol gösterir, o noktadan istidad. Hem istimdâd ediyor, hem âb-ı hayatı içer, hem kemâline koşuyor o nokta-i istimdâd, o şevkengiz remz ü naz.
İkinci kutb-u imân ki, tasdik-i haşirdir. Saadet-i ebedî o sadefin cevheri. İmân bürhanı, Kur’ân; vicdan, insanî bir râz.
Şimdi başını kaldır, şu kâinata bir bak, onun ile bir konuş. Evvelki yolumuzda pek müthiş görünürdü. Şimdi de mütebessim, her tarafa gülüyor, nâzeninâne niyaz ve âvâz.