Lâkin beliyyeler, elemler, önümüzde düşmanlar gibi tehâcüm eder. Ondan korktuk, çekindik. Sağa sola, anâsır-ı tabâyie bakarız, ondan meded bekleriz.
Lâkin biz görüyoruz ki, onların kalbleri kàsiye, merhametsiz. Dişlerini bilerler, hiddetli de bakarlar. Ne naz dinler, ne niyaz.
Muztar adamlar gibi, me’yusâne, nazarı yukarıya kaldırdık. Hem istimdâdkârâne, ecrâm-ı ulviyeye bakarız; pek dehşetli tehditkâr da görürüz.
Güyâ birer gülle, bomba olmuşlar, yuvalardan çıkmışlar, hem etraf-ı fezâda pek süratli geçerler. Her nasılsa ki onlar birbirine dokunmaz.
Ger birisi yolunu kazâra bir şaşırtsa, el-iyâzübillâh, şu âlem-i şehâdet ödü de patlayacak. Tesadüfe bağlıdır; bundan dahi hayır gelmez.
Me’yusâne nazarı o cihetten çevirdik, elîm hayrete düştük. Başımız da eğildi, sînemizde saklandık. Nefsimize bakarız, mütâlâa ederiz.
İşte işitiyoruz: Zavallı nefsimizden binlerle hâcetlerin sayhaları geliyor, binlerle fâkatlerin enînleri çıkıyor. Teselliyi beklerken tevahhuş ediyoruz.
Ondan da hayır gelmedi. Şek ilticâkârâne vicdânımıza girdik. İçine bakıyoruz, bir çareyi bekleriz. Eyvah, yine bulmayız. Biz meded vermeliyiz.
Zîrâ onda görünür; binlerle emelleri, galeyanlı arzular, heyecanlı hissiyât, kâinata uzanmış. Herbirinden titreriz, hiç yardım edemeyiz.
O âmâl, sıkışmışlar vücud-u adem içinde; bir tarafı ezele, bir tarafı ebede uzanıp gidiyorlar. Öyle vüs’atleri var; ger dünyayı yutarsa o vicdan da tok olmaz.
İşte bu elîm yolda nereye bir başvurduk, onda bir belâ bulduk. Zîrâ mağdûb ve dâllîn yolları böyle olur. Tesadüf ve dalâlet o yolda nazarendâz.
O nazarı biz taktık, bu hale böyle düştük. Şimdi dahi halimiz ki mebde’ ve meâdı, hem Sâni’ ve hem haşri muvakkat unutmuşuz.
Cehennemden beterdir, ondan daha muhriktir, ruhumuzu eziyor. Zîrâ o şeş cihetten ki onlara başvurduk; öyle hâlet almışız.
Ki, yapılmış o hâlet, hem havf ile dehşetten, hem acz ile ra’şetten, hem kalâk ve vahşetten, hem yütm ve hem yeisten mürekkeb vicdansûz.
Şimdi her cihete mukabil bir cepheyi alırız, def’ine çalışırız. Evvel, kudretimize mürâcaat ederiz. Vâesefâ görürüz
Ki âcize, zaife. Sâniyen, nefiste olan hâcâtın susmasına teveccüh ediyoruz. Vâesefâ, durmayıp bağırırlar görürüz.
Sâlisen, istimdâdkârâne, bir halâskârı için bağırır, çağırırız; ne kimse işitiyor, ne cevabı veriyor. Biz de zannediyoruz:
Herbir şey bize düşman, herbir şey bizden garip. Hiçbir şey kalbimize bir teselli vermiyor; hiç emniyet bahşetmez, hakiki zevki vermez.