Sözler On Birinci Söz

Üstad ise, evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyâtı dairesinde amel ettiler. Onların şu edebli muâmele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden, onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya dâvet etti; ihsan etti. Hem, öyle bir cevâd-ı melike lâyık ve öyle yüksek mutî ahaliye şâyeste ve öyle edebli misafirlere münâsip ve öyle yüksek bir kasra şâyân bir sûrette ikram etti. Dâimî, onları saadetlendirdi.
İkinci gürûh ise, akılları bozulmuş, kalbleri sönmüş olduklarından, saraya girdikleri vakit, nefislerine mağlûp olup lezzetli taamlardan başka hiçbir şeye iltifat etmediler; bütün o mehâsinden gözlerini kapadılar ve o üstadın irşâdâtından ve şâkirdlerinin ikazâtından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar; içilmeyen, fakat bâzı şeyler için ihzâr edilen iksirlerden içtiler, sarhoş olup, öyle bağırdılar, karıştırdılar, seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler, sâni-i zîşânın düsturlarına karşı edepsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onları tutup, öyle edepsizlere lâyık bir hapse attılar.
Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaş! Elbette anladın ki, o hâkim-i zîşan, bu kasrı, şu mezkûr maksadlar için binâ etmiştir. Şu maksadların husûlü ise iki şeye mütevakkıftır.
• Birisi: Şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz üstadın vücududur. Çünkü, o bulunmazsa, bütün maksadlar beyhûde olur. Çünkü, anlaşılmaz bir kitap, muallimsiz olsa, mânâsız bir kâğıttan ibâret kalır.
• İkincisi: Ahali o üstadın sözünü kabul edip, dinlemesidir. Demek, vücud-u üstad, vücud-u kasrın dâîsidir ve ahalinin istimâı, kasrın bekàsına sebeptir. Öyle ise, denilebilir ki, şu üstad olmasaydı, o melik-i zîşan, şu kasrı binâ etmezdi. Hem, yine denilebilir ki, o üstadın tâlimâtını, ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr, tebdil ve tahvil edilecek.
Ey Arkadaş! Hikâye burada bitti. Eğer şu temsilin sırrını anladınsa bak, hakikatin yüzünü de gör.
İşte o saray, şu âlemdir ki, tavanı, tebessüm eden yıldızlarla tenvir edilmiş gökyüzüdür. Tabanı ise, şarktan garba, gûnâgûn çiçeklerle süslendirilmiş yeryüzüdür.
O melik ise, ezel ebed sultanı olan bir Zât-ı Mukaddestir ki, yedi kat semâvât ve arzı ve içlerinde olan herşey, kendilerine mahsus lisânlarla o Zâtı takdîs edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadîr ki, semâvât ve arzı altı günde yaratarak, Arş-ı Rubûbiyetinde durup, gece ve gündüzü siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkası sıra döndürüp, kâinat sayfasında âyâtını yazan ve güneş, ay, yıldızlar, emrine musahhar zîhaşmet ve zîkudret sahibidir.
O sarayın menzilleri ise, şu on sekiz bin âlemdir ki, herbirisi kendine lâyık bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiştir. İşte o sarayda gördüğün sanâyî-i garîbe ise, şu âlemde görünen kudret-i İlâhiyenin mu’cizeleridir. Ve o sarayda gördüğün taamlar ise, şu âlemde, hele yaz mevsiminde, hele Barla bahçelerinde rahmet-i İlâhiyenin