Sözler Onuncu Söz

haysiyetine yakışmayan ve bütün görünen şeyler ve işler sıdkına ve hakkàniyetine şehâdet eden bir Zâtı tekzib ediyorsun. Nihayetsiz küçüklük içinde, nihayetsiz büyük cinâyet işliyorsun. Elbette, ebedî, büyük cezaya müstehak olursun. "Bâzı ehl-i Cehennemin bir dişi, dağ kadar olması," cinâyetinin büyüklüğüne bir mikyas olarak haber verilmiş. Misâlin şu yolcuya benzer ki, güneşin ziyâsından gözünü kapar, kafası içindeki hayaline bakar. Vehmi, bir yıldız böceği gibi kafa fenerinin ışığıyla dehşetli yolunu tenvir etmek istiyor.
Mâdem şu mevcudât hak söyleyen sâdık kelimeleri, şu hâdisât-ı kâinat doğru söyleyen nâtık âyetleri olan Cenâb-ı Hak vaad etmiş; elbette yapacaktır, bir mahkeme-i kübrâ açacaktır, bir saadet-i uzmâ verecektir.
Dokuzuncu Hakikat:
Bâb-ı ihyâ ve imâtedir; ism-i Hayy-ı Kayyûmun, Muhyî ve Mümît’in cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, ölmüş, kurumuş koca arzı ihyâ eden ve o ihyâ içinde, her biri beşer haşri gibi acîb üç yüz binden ziyâde envâ-ı mahlûkatı haşr ve neşredip kudretini gösteren ve o haşir ve neşir içinde nihayet derecede karışık ve ihtilât içinde, nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihâta-i ilmiyesini gösteren ve bütün semâvî fermanlarıyla beşerin haşrini vaad etmekle bütün ibâdının enzârını saadet-i ebediyeye çeviren ve bütün mevcudâtı baş başa, omuz omuza, el ele verdirip, emir ve irâdesi dairesinde döndürüp, birbirine yardımcı ve musahhar kılmakla azamet-i Rubûbiyetini gösteren ve beşeri şecere-i kâinatın en câmi’ ve en nâzik ve en nâzenin, en nazdar, en niyazdar bir meyvesi yaratıp, kendine muhatap ittihaz ederek, herşeyi ona musahhar kılmakla insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm, Kıyâmeti getirmesin, haşri yapmasın ve yapamasın, beşeri ihyâ etmesin veya edemesin, mahkeme-i kübrâyı açamasın, Cennet ve Cehennemi yaratamasın? Hâşâ ve kellâ!
Evet, şu âlemin Mutasarrıf-ı Zîşânı, her asırda, her senede, her günde bu dar, muvakkat rûy-i zeminde haşr-i ekberin ve meydan-ı Kıyâmetin pekçok emsâlini ve numunelerini ve işârâtını icâd ediyor. Ezcümle:
Haşr-i baharîde görüyoruz ki, beş altı gün zarfında küçük ve büyük hayvanât ve nebâtâttan üç yüz binden ziyâde envâı haşredip neşrediyor. Bütün ağaçların, otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen ihyâ edip iâde ediyor. Başkalarını ayniyet derecesinde bir misliyet sûretinde icâd ediyor. Halbuki, maddeten farkları pek az olan tohumcuklar o kadar karışmışken, kemâl-i imtiyaz ve teşhis ile, o kadar sürat ve vüs’at ve suhûlet içinde, kemâl-i intizam ve mîzan ile, altı gün veya altı hafta zarfında ihyâ ediliyor. Hiç kàbil midir ki, bu işleri yapan Zâta birşey ağır gelebilsin, semâvât ve arzı altı günde halk edemesin, insanı bir sayha ile haşredemesin? Hâşâ!
• Acaba, mu’ciznümâ bir kâtip bulunsa, hurufları, ya bozulmuş veya mahvolmuş üç yüz bin kitâbı tek bir sayfada karıştırmaksızın, galatsız, sehivsiz, noksansız, hepsini beraber, gayet güzel bir sûrette bir saatte yazarsa; birisi sana dese, "Şu kâtip, kendi telif ettiği, senin suya düşmüş olan kitâbını yeniden, bir dakika zarfında

Hadîs-i şerif meâli: Müslim, Cennet: 55; Tirmizî, Cehennem: 3; İbn-i Mâce, Zühd: 38.