Sözler Onuncu Söz

halâs eden ve ihsanı ihsan eden ve nimeti nimet eden bir âlem-i bâkîde, bir hayat-ı bâkiye var ve olacaktır.
• Hem mâdem bahar faslında, zeminin dar sayfasında, hatâsız yüz bin kitabı birbiri içinde yazan bir kalem-i kudret, gözümüz önünde yorulmadan işliyor. Ve o kalem sahibi yüz bin defa ahd ve vaad etmiş ki, "Bu dar yerde ve karışık ve birbiri içinde yazılan bahar kitâbından daha kolay olarak, geniş bir yerde güzel ve lâyemut bir kitâbı yazacağım ve size okutturacağım" diye, bütün fermanlarda o kitaptan bahsediyor. Elbette ve herhalde o kitâbın aslı yazılmış ve haşir ve neşir ile hâşiyeleri de yazılacak. Ve umumun defter-i a’mâlleri onda kaydedilecek.
•Hem mâdem bu arz, kesret-i mahlûkat cihetiyle ve mütemâdiyen değişen yüz binler çeşit çeşit envâ-ı zevi’l-hayat ve zevi’l-ervâhın meskeni, menşei, fabrikası, meşheri, mahşeri olması haysiyetiyle, bu kâinatın kalbi, merkezi, hulâsası, neticesi, sebeb-i hilkati olarak, gayet büyük öyle bir ehemmiyeti var ki, küçüklüğü ile beraber koca semâvâta karşı denk tutulmuş. Semâvî fermanlarda dâimâ, deniliyor. Ve mâdem, bu mahiyetteki arzın her tarafına hükmeden ve ekser mahlûkatına tasarruf eden ve ekser zîhayat mevcudâtını teshîr edip kendi etrafına toplattıran ve ekser masnuâtını kendi hevesâtının hendesesiyle ve ihtiyacâtının düsturlarıyla öyle güzelce tanzim ve teşhir ve tezyin ve çok antika nevilerini liste gibi birer yerlerde öyle toplayıp süslettirir ki, değil yalnız ins ve cin nazarlarını, belki semâvât ehlinin ve kâinatın nazar-ı dikkatlerini ve takdirlerini ve Kâinatın Sahibinin nazar-ı istihsanını celb etmekle, gayet büyük bir ehemmiyet ve kıymet alan ve bu haysiyetle, bu kâinatın hikmet-i hilkati ve büyük neticesi ve kıymetli meyvesi ve arzın halîfesi olduğunu fenleriyle, san’atlarıyla gösteren ve dünya cihetinde Sâni-i Âlemin mu’cizeli san’atlarını gayet güzelce teşhir ve tanzim ettiği için, isyan ve küfrüyle beraber dünyada bırakılan ve azabı tehir edilen ve bu hizmeti için imhâl edilip muvaffakıyet gören nev-i benî Adem var.
• Ve mâdem bu mahiyetteki nev-i benî Adem, mizaç ve hilkat itibâriyle gayet zayıf ve âciz ve gayet acz ve fakrıyla beraber, hadsiz ihtiyacâtı ve teellümâtı olduğu halde, bütün bütün kuvvetinin ve ihtiyârının fevkınde olarak, koca küre-i arzı o nev-i insana lüzumu bulunan her nevi mâdenlere mahzen ve her nevi taamlara ambar ve nev-i insanın hoşuna gidecek her çeşit mallara bir dükkân sûretine getiren, gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkatli bir Mutasarrıf var ki, böyle nev-i insana bakıyor, besliyor, istediğini veriyor.
• Ve mâdem, bu hakikatteki bir Rab, hem insanı sever, hem kendini insana sevdirir; hem bâkîdir, hem bâkî âlemleri var; hem adâletle her işi görür ve hikmetle herşeyi yapıyor; hem bu kısa hayat-ı dünyeviyede ve bu kısacık ömr-ü beşerde ve bu muvakkat ve fânî zeminde, o Hâkim-i Ezelînin haşmet-i saltanatı ve sermediyet-i hâkimiyeti yerleşemiyor; ve nev-i insanda vuku bulan ve kâinatın intizamına ve adâlet ve muvâzenelerine ve hüsn-ü cemâline münâfi ve muhâlif çok büyük

Göklerin ve yerin Rabbi [Allah’tır]. (Ra’d Sûresi: 16; İsrâ Sûresi: 102; Kehf Sûresi: 14.)