Sözler Onuncu Söz

Elhâsıl, mâdem Allah var, elbette âhiret vardır.
Hem nasıl ki, mezkûr üç erkân-ı imâniye, onları ispat eden bütün delilleriyle haşre şehâdet ve delâlet ederler; öyle de, olan iki rükn-ü imânî dahi, haşri istilzam edip, kuvvetli bir sûrette âlem-i bekàya şehâdet ve delâlet ederler. Şöyle ki:
Melâikenin vücudunu ve vazife-i ubûdiyetlerini ispat eden bütün deliller ve hadsiz müşâhedeler, mükâlemeler, dolayısıyla, âlem-i ervâhın ve âlem-i gaybın ve âlem-i bekànın ve âlem-i âhiretin ve ileride cin ve ins ile şenlendirilecek olan dâr-ı saadetin, Cennet ve Cehennemin vücudlarına delâlet ederler. Çünkü, melekler bu âlemleri izn-i İlâhî ile görebilirler ve girerler. Ve Hazret-i Cebrâil gibi, insanlar ile görüşen umum melâike-i mukarrebîn, mezkûr âlemlerin vücudlarını ve onlar, onlarda gezdiklerini müttefikan haber veriyorlar. Görmediğimiz Amerika kıtasının vücudunu, ondan gelenlerin ihbârıyla, bedihî bildiğimiz gibi, yüz tevâtür kuvvetinde bulunan melâike ihbarâtıyla, âlem-i bekànın ve dâr-ı âhiretin ve Cennet ve Cehennemin vücudlarına o katiyette imân etmek gerektir. Ve öyle de imân ederiz.
Hem Yirmi Altıncı Söz olan Risâle-i Kaderde, imân-ı bilkader rüknünü ispat eden bütün deliller, dolayısıyla, haşre ve neşr-i suhufa ve mîzan-ı ekberdeki muvâzene-i a’mâle delâlet ederler. Çünkü, her şeyin mukadderâtını gözümüz önünde nizam ve mîzan levhalarında kaydetmek ve her zîhayatın sergüzeşt-i hayatiyelerini kuvve-i hâfızalarında ve çekirdeklerinde ve sâir elvâh-ı misâliyede yazmak ve her zîruhun, hususan insanların, defter-i a’mâllerini elvâh-ı mahfuzada tesbit etmek, geçirmek, elbette öyle muhît bir kader ve hakîmâne bir takdir ve müdakkikàne bir kayıt ve hafîzâne bir kitâbet, ancak mahkeme-i kübrâda, umumi bir muhâkeme neticesinde, dâimî bir mükâfat ve mücâzât için olabilir. Yoksa, o ihâtalı ve inceden ince olan kayıt ve muhâfaza, bütün bütün mânâsız, faydasız kalır; hikmete ve hakikate münâfi olur.
Hem, haşir gelmezse, kader kalemiyle yazılan bu kitâb-ı kâinatın bütün muhakkak mânâları bozulur ki, hiçbir cihet-i imkânı olamaz. Ve o ihtimâl, bu kâinatın vücudunu inkâr gibi bir muhâl, belki bir hezeyan olur.
Elhâsıl, imânın beş rüknü, bütün delilleriyle, haşir ve neşrin vukuuna ve vücuduna ve dâr-ı âhiretin vücuduna ve açılmasına delâlet edip, isterler ve şehâdet edip, talep ederler.
İşte, hakikat-i haşriyenin, azametine tam muvâfık böyle azametli ve sarsılmaz direkleri ve bürhanları bulunduğu içindir ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın hemen hemen üçten birisi haşir ve âhireti teşkil ediyor; ve onu, bütün hakàikına temel taşı ve üssü’l-esas yapıyor; ve herşeyi onun üstüne binâ ediyor.
[Mukaddime nihayet buldu]

Meleklere ve kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine imân etmek.