Evvelki âyet-i azîmenin azîm hazînesinden yalnız
-1- zamirinde bir düstur-u belâgata istinad eden iki remzin meselemize münâsebeti olduğu için, i’câz bahsinde beyân edildiği üzere yazacağız.
İşte, Kur’ân-ı Hakîm, Habîb-i Ekrem Aleyhi Efdalüssalâtü ve Ekmelüsselâmın Mi’racının mebdei olan Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâya olan seyrânını zikrettikten sonra,
-2- der. Ve şu kelâm ile Sûre-i
-3- ’da işaret olunan müntehâ-i Mi’raca remz eden
’deki zamir, ya Cenâb-ı Hakka râcidir, veyahut Peygamberedir (a.s.m.).
Peygambere göre olsa, kanun-u belâgat ve münâsebet-i siyâk-ı kelâm şöyle ifade ediyor ki: Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumi ve bir urûc-u küllî var ki, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kàb-ı Kavseyne kadar merâtib-i külliye-i esmâiyede, gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı Rabbâniyeyi ve acâib-i san’at-ı İlâhiyeyi işitmiş, görmüştür, der. O küçük cüzî seyahati, hem küllî, hem mahşer-i acâib bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.
Eğer zamir Cenâb-ı Hakka râci olsa, şöyle oluyor ki: Bir abdini bir seyahatte huzuruna dâvet edip, bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haramdan mecmâ-ı enbiyâ olan Mescid-i Aksâya gönderip, enbiyâlarla görüştürüp, bütün enbiyâların usûl-u dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kàb-ı Kavseyne kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.
İşte, çendan o bir abddir ve o seyahat bir mi’rac-ı cüz’îdir; fakat, bu abdin bütün kâinata taallûk eden bir emânet beraberindedir. Hem, şu kâinatın rengini
1 Şüphesiz ki O.
2 Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir. (İsrâ Sûresi: 1.)
3 Kayan yıldıza yemin olsun. (Necm Sûresi: 1.)