herşeyi görür ve herşeyi işitir bir Zâttır. Senin gibi sersem âcizin parmağı Onun san’atına karışamaz, zerre miktar müdâhale edemez."
O şeriklerin vekili, bedende dahi parmak karıştıracak yer bulamaz. Gider, insanın nevine rast gelir. Kalbinden der ki: "Belki bu dağınık, karma karışık olan cemaat içinde, şeytan onların ef’âl-i ihtiyâriye ve içtimâiyelerine karıştığı gibi, belki ben de ahvâl-i vücudiye ve fıtriyelerine karışabileceğim ve parmak karıştıracak bir yer bulacağım. Ve onda bir yol bulup, beni tard eden bedene ve beden hüceyresine hükmümü icrâ ederim."
Onun için, beşerin nevine yine sağır tabiat ve sersem felsefe lisâni yle der ki: "Siz çok karışık bir şey görünüyorsunuz. Ben size rab ve mâlikim. Veyahut hissedarım" der.
O vakit, nev-i insan, hak ve hakikat lisâniyle, hikmet ve intizamın diliyle der ki:
"Eğer bütün küre-i arza giydirilen ve nevimiz gibi bütün hayvanât ve nebâtâtın yüz bin envaından rengârenk atkı ve iplerden kemâl-i hikmetle dokunan ve dikilen gömleği ve yeryüzüne serilen ve yüz binler zîhayat envaından nesc olunan ve gayet nakışlı bir sûrette icad edilen haliçeyi yapacak ve her vakit kemâl-i hikmetle tecdid edip tazelendirecek bir kudret ve hikmet sende varsa; hem, eğer biz meyve olduğumuz küre-i arza ve çekirdek olduğumuz âlemde tasarruf edecek ve hayatımıza lâzım maddeleri mîzan-ı hikmetle aktâr-ı âlemden bize gönderecek muhît bir kudret ve şâmil bir hikmet sende varsa; ve yüzümüzdeki sikke-i kudret bir olan bütün gitmiş ve gelecek emsâlimizi icad edecek bir iktidar sende varsa, belki bana rubûbiyet dâvâ edebilirsin. Yoksa, haydi sus! Benim nevimdeki karma karışıklığa bakıp, ’Parmak karıştırabilirim’ deme. Çünkü intizam mükemmeldir. O karma karışık zannettiğin vaziyetler, kudretin kader kitabına göre kemâl-i intizamla bir istinsahtır. Çünkü, bizden çok aşağı olan ve bizim taht-ı nezâretimizde bulunan hayvanât ve nebâtâtın kemâl-i intizamları gösteriyor ki, bizdeki karışıklıklar bir nevi kitâbettir.
"Hiç mümkün müdür ki, bir haliçenin her tarafına yayılan bir atkı ipini san’atkârâne yerleştiren, haliçenin ustasından başkası olsun? Hem, bir meyvenin mûcidi, ağacının mûcidinden başkası olsun? Hem, çekirdeği icad eden, çekirdekli cismin sâniinden başkası olsun?
"Hem gözün kördür; yüzümdeki mu’cizât-ı kudreti, mahiyetimizdeki havârik-ı fıtratı görmüyorsun. Eğer görsen, anlarsın ki, benim Sâniim öyle bir Zâttır ki, hiçbir şey Ondan gizlenemez, hiçbir şey Ona nazlanıp ağır gelemez. Yıldızlar, zerreler kadar Ona kolay gelir. Bir baharı bir çiçek kadar suhûletle icad eder. Koca kâinatın fihristesini kemâl-i intizamla benim mahiyetimde derc eden bir Zâttır. Böyle bir Zâtın san’atına senin gibi câmid, âciz ve kör, sağır, parmak karıştırabilir mi? Öyle ise sus, def’ ol git!" der, onu tard eder.
Sonra, o müddeî gider, zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbâb nâmına ve tabiat lisâniyle ve felsefe diliyle der ki: