"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dâvâ eder.
O vakit, o gömlek,
Hâşiye
o haliçe, hak ve hakikat nâmına, lisân-ı hikmetle o müddeîye der ki:
"Eğer seneler, karnlar adedince yere giydirilip, sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine asılan ve yeniden gelecek zamanlarda giydirilecek ve kemâl-i intizam ile kader dairesinde programları ve biçimleri çizilen ve tâyin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli, ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve san’at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar ulaşacak hikmetli, kudretli iki mânevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad edecek kemâl-i intizam ve hikmetle tâmir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa, hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde tutup mûcid olabilirsen, bana rubûbiyet dâvâ et. Yoksa, haydi dışarıya! Bu yerde yer bulamazsın.
"Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı bütün şuûnâtıyla birden görmeyen ve nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hâzır ve nâzır bulunmayan ve mekândan münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan, bize sahip olamaz ve müdâhale edemez."
Sonra o müddeî gider, "Belki küre-i arzı kandırıp, orada bir yer bulurum" der. Gider, küre-i arza,
Hâşiye 1
yine esbâb nâmına ve tabiat lisâniyle der ki: "Böyle serseri gezdiğinden, sahipsiz olduğunu gösteriyorsun. Öyle ise sen benim olabilirsin."
O vakit, küre-i arz, hak nâmına ve hakikat diliyle, gök gürültüsü gibi bir sadâ ile ona der ki:
"Halt etme! Ben nasıl serseri, sahipsiz olabilirim? Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi intizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san’atsız görmüş müsün ki, bana sahipsiz, serseri dersin? Eğer hareket-i seneviyem ile takrîben yirmi beş bin senelik
Hâşiye 2
bir mesafede, bir senede gezdiğim ve kemâl-i mîzan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm daire-i azîmeye hakiki mâlik olabilirsen; ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyâreye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve câzibe-i rahmetle ona takılı
Hâşiye
Fakat şu haliçe hem hayattardır, hem intizamlı bir ihtizazdadır. Her vakit, nakışları kemâl-i hikmet ve intizam ile tebeddül eder-tâ ki, Nessâcının muhtelif cilve-i esmâsını ayrı ayrı göstersin.
Hâşiye 1
Elhâsıl: Zerre, o müddeîyi küreyvât-ı hamrâya havale eder; küreyvât-ı hamrâ onu hüceyreye, hüceyre dahi beden-i insana, beden-i insan ise nev-i insana, nev-i insan onu zîhayat envaından dokunan arzın gömleğine, arzın gömleği dahi küre-i arza, küre-i arz onu güneşe, güneş ise bütün yıldızlara havale eder. Her biri der: "Git, benden yukarıdakini zapt edebilirsen, sonra gel benim zaptıma çalış. Eğer onu mağlûp etmezsen, beni ele geçiremezsin." Demek, bütün yıldızlara sözünü geçiremeyen, birtek zerreye rubûbiyetini dinletemez.
Hâşiye 2
Bir dairenin takrîben nısf-ı kutru yüz seksen milyon kilometre olsa, o daire-kendisi-takrîben yirmi beş bin senelik mesafe olur.