olduğumuz güneşi icad edip yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyârât yıldızları ona bağlayacak ve kemâl-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rubûbiyet dâvâ et. Yoksa, haydi cehennem ol, git! Benim işim var; vazifeme gidiyorum.
"Hem bizlerdeki haşmetli intizamât ve dehşetli harekât ve hikmetli teshîrât gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir Zâttır ki, bütün mevcudât, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde Ona mutî ve musahhardırlar. Bir ağacı meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi seyyârâtla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlaktır."
Sonra, o müddeî, yerde yer bulamadığı için gider, güneşe kalbinden der ki: "Bu çok büyük birşeydir. Belki içinde bir delik bulup, bir yol açarım, yeri de musahhar ederim." Güneşe şirk nâmına ve şeytanlaşmış felsefe lisâniyle, mecusîlerin dedikleri gibi der ki: "Sen bir sultansın. Kendi kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf edersin."
Güneş ise, hak nâmına ve hakikat lisâniyle ve hikmet-i İlâhiye diliyle ona der:
"Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Ben musahhar bir memurum. Seyyidimin misafirhânesinde bir mumdârım. Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakiki mâlik olamam. Çünkü sineğin vücudunda öyle mânevî cevherler ve göz, kulak gibi antika san’atlar var ki, benim dükkânımda yok, daire-i iktidarımın haricindedir" der, müddeîyi tekdir eder.
Sonra, o müddeî döner, firavunlaşmış felsefe lisâniyle der ki: "Mâdem kendine mâlik ve sahip değilsin, bir hizmetkârsın; esbâb nâmına benimsin" der.
O vakit güneş, hak ve hakikat nâmına ve ubûdiyet lisâniyle der ki: "Ben öyle birinin olabilirim ki, bütün emsâlim olan ulvî yıldızları icad eden ve semâvâtında kemâl-i hikmetle yerleştiren ve kemâl-i haşmetle döndüren ve kemâl-i zînetle süslendiren bir Zât olabilir."
Sonra, o müddeî, kalbinden der ki: "Yıldızlar çok kalabalıktırlar. Hem dağınık, karma karışık görünüyorlar. Belki onların içinde, müvekkillerim nâmına bir şey kazanırım" der, onların içine girer. Onlara esbâb nâmına, şerikleri hesâbına ve tuğyan etmiş felsefe lisâniyle, nücumperest olan sâbiiyyunların dedikleri gibi der ki: "Sizler, pekçok dağınık olduğunuzdan, ayrı ayrı hâkimlerin taht-ı hükmünde bulunuyorsunuz."
O vakit, yıldızlar nâmına bir yıldız der ki:
"Ne kadar sersem, akılsız ve ahmak ve gözsüzsün ki, bizim yüzümüzdeki sikke-i vahdeti ve turra-i ehadiyeti görmüyorsun, anlamıyorsun. Ve bizim nizâmât-ı âliyemizi ve kavânîn-i ubûdiyetimizi bilmiyorsun. Bizi intizamsız zannediyorsun.
"Bizler öyle bir Zâtın san’atıyız ve hizmetkârlarıyız ki, bizim denizimiz olan semâvâtı ve şeceremiz olan kâinatı ve mesîregâhımız olan nihayetsiz fezâ-i âlemi kabza-i tasarrufunda tutan bir Vâhid-i Ehaddir. Bizler, donanma elektrik lâmbaları gibi, Onun kemâl-i rubûbiyetini gösteren nurânî şâhidleriz ve saltanat-ı rubûbiyetini