Sözler Otuz İkinci Söz

ilân eden ışıklı bürhanlarız. Herbir tâifemiz, Onun daire-i saltanatında, ulvî, süflî, dünyevî, berzahî, uhrevî menzillerde haşmet-i saltanatını gösteren ve ziyâ veren nurânî hizmetkârlarız.
"Evet, herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehadin birer mu’cizesi ve şecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi ve vahdâniyetin birer münevver bürhanı ve melâikelerin birer menzili, birer tayyâresi, birer mescidi ve avâlim-i ulviyenin birer lâmbası, birer güneşi ve saltanat-ı rubûbiyetin birer şâhidi ve fezâ-i âlemin birer zîneti, birer kasrı, birer çiçeği ve semâ denizinin birer nurânî balığı ve gökyüzünün birer güzel gözü
Hâşiye 1 olduğumuz gibi, heyet-i mecmûamızda sükûnet içinde bir sükût ve hikmet içinde bir hareket ve haşmet içinde bir zînet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve mevzuniyet içinde bir kemâl-i san’at bulunduğundan, Sâni-i Zülcelâlimizi, nihayetsiz diller ile vahdetini, ehadiyetini, samediyetini ve evsâf-ı cemâl ve celâl ve kemâlini bütün kâinata ilân ettiğimiz halde, bizim gibi nihayet derecede sâfî, temiz, mutî, musahhar hizmetkârları karma karışıklık ve intizamsızlık ve vazifesizlik, hattâ sahipsizlikle ittiham ettiğinden tokata müstehaksın" der. O müddeînin yüzüne, recm-i şeytan gibi, bir yıldız öyle bir tokat vurur ki, yıldızlardan tâ Cehennemin dibine onu atar. Ve beraberinde olan tabiatı Hâşiye 2 evham derelerine ve tesadüfü adem kuyusuna ve şerikleri imtinâ ve muhâliyet zulümâtına ve din aleyhindeki felsefeyi esfel-i sâfilînin dibine atar. Bütün yıldızlarla beraber, o yıldız, -1- ferman-ı kudsîsini okuyorlar. Ve "Sinek kanadından tut, tâ semâvât kandillerine kadar, bir sinek kanadı kadar şerike yer yoktur ki, parmak karıştırsın" diye ilân ederler.
-2-
-3-

Hâşiye 1
Cenâb-ı Hakkın acâib-i masnuâtına bakıp, temâşâ edip ve ettiren işaretleriz. Yani semâvât, hadsiz gözlerle zemindeki acâib-i san’at-ı İlâhiyeyi temâşâ eder gibi görünüyor. Semânın melâikeleri gibi, yıldızlar dahi mahşer-i acâib ve garâip olan arza bakıyorlar ve zîşuurları dikkatle baktırıyorlar demektir.

Hâşiye 2
Fakat, sukuttan sonra, tabiat tevbe etti; hakiki vazifesi tesir ve fiil olmadığını, belki kabul ve infiâl olduğunu anladı. Ve kendisi kader-i İlâhînin bir nevi defteri-fakat, tebeddül ve tegayyüre kàbil bir defteri-ve kudret-i Rabbâniyenin bir nevi programı ve Kadîr-i Zülcelâlin bir nevi fıtrî şeriatı ve bir nevi mecmûa-i kavânîni olduğunu bildi. Kemâl-i acz ve inkıyâd ile vazife-i ubûdiyetini takındı ve fıtrat-ı İlâhiye ve sanat-ı Rabbâniye ismini aldı.

1 Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harab olup giderdi. (Enbiyâ: 22.)

2 Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)

3 Allah’ım, mahlûkatının çokluğu içerisinde birliğinin kandili, kâinatının sergisinde Vahdâniyetinin dellâlı olan Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.), onun bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle. (Duâ)