Sözler Otuz İkinci Söz

denilebilir ki, o cilve-i irâde, o kanun-u emrî, o ukde-i hayatiye, herbirinin yanında bulunur, hiçbir yerde de bulunmaz. Güyâ şu muhteşem ağaçta meyveler, çekirdekler adedince o kanun-u emrînin birer gözü, birer kulağı var. Belki ağacın herbir cüz’ü, o kanun-u emrînin duygularının birer merkezi hükmündedir ki, uzun vâsıtaları, perde olup bir mâni teşkil etmek değil, belki telefon telleri gibi birer vesîle-i teshîl ve takrîb olur; en uzak, en yakın gibidir.
Mâdem, bilmüşâhede Zât-ı Ehad-i Samedin irâde gibi bir sıfatının birtek cilve-i cüz’îsi, bilmüşâhede milyon yerde, milyonlar işe vâsıtasız medâr olur; elbette Zât-ı Zülcelâlin tecellî-i kudret ve irâdesiyle, şecere-i hilkati bütün eczâ ve zerrâtıyla beraber tasarruf edebilmesine şuhud derecesinde yakîn etmek lâzım gelir.
On Altıncı Sözde ispat ve izah edildiği gibi deriz ki: Mâdem güneş gibi âciz ve musahhar mahlûklar ve ruhânî gibi madde ile mukayyed nîmnurânî masnu’lar ve şu çınar ağacının mânevî nuru, ruhu hükmünde olan ukde-i hayatiyesi ve merkez-i tasarrufu olan emrî kanunlar ve irâdî cilveler, nurâniyet sırrıyla, bir yerde iken ve birtek müşahhas cüz’î oldukları halde, pekçok yerlerde ve pekçok işlerde bilmüşâhede bulunabilirler ve madde ile mukayyed bir cüz’î oldukları halde, mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Ve bir anda bir cüz-i ihtiyârî ile, pekçok muhtelif işleri bilmüşâhede kesb ederler; sen de görüyorsun ve inkâr edemezsin.
Acaba, maddeden mücerred ve muallâ, hem kaydın tahdidinden ve kesâfetin zulmetinden münezzeh ve müberrâ, hem şu umum envar ve şu bütün nurâniyet, onun envar-ı kudsiye-i Esmâiyesinin kesif bir gölgesi ve zılâli, hem umum vücud ve bütün hayat ve âlem-i ervâh ve âlem-i berzah ve âlem-i misâl, nîmşeffaf birer âyine-i cemâli, hem sıfâtı muhîta ve şuûnâtı külliye olan birtek Zât-ı Akdesin irâde-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhît ile zâhir olan tecellî-i sıfâtı ve cilve-i ef’âli içindeki teveccüh-ü Ehadiyetinden hangi şey saklanabilir? Hangi iş Ona ağır gelebilir? Hangi yer Ondan gizlenebilir? Hangi ferd Ondan uzak kalabilir? Hangi şahıs külliyet kesb etmeden Ona yanaşabilir? Hiç, eşya Ondan gizlenebilir mi? Hiç, bir iş bir işe mâni olur mu? Hiç, bir yer Onun huzurundan hâlî kalır mı? İbn-i Abbas Radıyallâhü Anhın dediği gibi, "Herbir mevcuda bakar birer mânevî basarı ve işitir birer mânevî sem’i" bulunmaz mı? Silsile-i eşya Onun evâmir ve kanunlarının sür’atle cereyanlarına birer tel, birer damar hükmüne geçmez mi? Mevâni’ ve avâik Onun tasarrufuna vesâil ve vesâit olamaz mı? Esbâb ve vesâit sırf zâhirî bir perde olamaz mı? Hiçbir yerde bulunmadığı halde, her yerde bulunmaz mı? Hiç tahayyüz ve temekküne muhtaç olur mu? Hiç, uzaklık ve küçüklük ve tabakàt-ı vücudun perdeleri Onun kurbiyetine ve tasarrufuna ve şuhuduna mâni olabilir mi? Hem, hiç maddîlerin, mümkînlerin, kesiflerin, kesîrlerin, mukayyedlerin, mahdutların hâssaları ve maddenin ve imkânın ve kesâfetin ve kesretin ve takayyüdün ve mahdûdiyetin mahsus ve münhasır lâzımları olan tegayyür, tebeddül, tahayyüz ve tecezzî gibi emirler; maddeden mücerred ve Vâcibü’l-Vücud ve Nurü’l-Envar ve Vâhid-i Ehad ve kuyuddan münezzeh ve hududdan müberrâ ve kusurdan mukaddes ve