Sözler Otuz İkinci Söz

delâlet eder. Demek, ruhun mânevî güzelliğidir ki, ilim vâsıtasıyla san’atında tezâhür ediyor.
İşte, şu kâinat, hadsiz mehâsin-i maddiyesiyle, bir mânevî ve ilmî mehâsinin tereşşuhâtıdır. Ve o ilmî ve mânevî mehâsin ve kemâlât, elbette hadsiz bir sermedî hüsün ve cemâlin ve kemâlin cilveleridir.
• Dördüncü hüccet: Mâlûmdur ki, ziyâyı verenin ziyâdar olması lâzım; tenvir edenin nurânî olması gerek; ihsan, gınâdan gelir; lûtuf, latîften zuhur eder. Mâdem öyledir; kâinata bu kadar hüsün ve cemâl vermek ve mevcudâta muhtelif kemâlât vermek, ışık güneşi gösterdiği gibi, bir cemâl-i sermedîyi gösterirler.
Mâdem mevcudât, zeminin yüzünde büyük bir nehir gibi kemâlâtın lem’alarıyla parlar geçer. O nehir güneşin cilveleriyle parladığı gibi, şu seyl-i mevcudât dahi hüsün ve cemâl ve kemâlin lem’alarıyla muvakkaten parlar, gider. Arkalarından gelenler aynı parlamayı, aynı lem’aları gösterdiklerinden anlaşılıyor ki, cereyan eden suyun kabarcıklarındaki cilveler, güzellikler, nasıl kendilerinden değil, belki bir güneşin ziyâsının güzellikleri, cilveleridir; öyle de, şu seyl-i kâinattaki muvakkat parlayan mehâsin ve kemâlât, bir Şems-i Sermedînin lemeât-ı cemâl-i esmâsıdır.

• Beşinci hüccet: Mâlûmdur ki, üç dört muhtelif yoldan gelenler, aynı bir hâdiseyi söyleseler, yakîni ifade eden tevâtür derecesinde o hâdisenin katî vukuuna delâlet eder. İşte, meşrebce ve meslekçe ve istidadca ve asırca gayet muhtelif ayrı ayrı bütün muhakkikînin muhtelif tabakàtından ve evliyânın muhtelif turùklarından ve asfiyânın muhtelif mesleklerinden ve hükemâ-i hakikiyenin muhtelif mezheblerinden olan bütün ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ve müşâhede, keşif ve zevk ve şuhud ile ittifak etmişler ki; kâinat mezâhirinde ve mevcudât aynalarında görülen mehâsin ve kemâlât, birtek Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun tecelliyât-ı kemâlidir ve cilve-i cemâl-i esmâsıdır.
İşte bunların icmâı, sarsılmaz bir hüccet-i kàtıadır.
Tahmin ederim ki, şu Remizde, ehl-i dalâletin vekili işitmemek için kulağını kapayıp kaçmaya mecburdur. Zâten zulmetli kafaları, huffâş misillü, bu nurları görmeye tahammül edemezler. Öyle ise, bundan sonra onları, pek de nazara almayacağız.

Evet, tecellî ve feyiz devam etmesine rağmen aynaların fenâya gitmesi, mevcudâtın yok olması, görünen cemâlin aynaların malı olmadığına en açık delillerdendir; Vâcibü’l-Vücudun, Bâkî-i Vedûdun cemâl-i mücerredine ve tazelenen ihsanına en açık bürhanıdır.