Sözler Otuzuncu Söz

kalkamıyor, basit bir kulübeciğinde oturmuş bir adam bulunuyor; halbuki o kulübeciğe bir dirhem gibi küçük bir taş, kemik ve pamuk gibi birer madde veriliyor. Halbuki, o kulübecikten batmanlarla şeker, toplarla çuha, binlerle mücevherât, gayet sanatlı, murassaâtlı libaslar, lezzetli taamlar çıkıp gelse, zerre miktar aklı olan demeyecek mi ki, "O adam gayet mu’cizekâr bir zâtın menşe-i mu’cizâtı olan fabrikasının bir mandalı veyahut miskin bir kapıcısıdır."
Aynen öyle de, havanın zerreleri, herbiri birer mektubât-ı Samedâniye, birer antika-i sanat-ı Rabbâniye, birer mu’cize-i kudret, birer hârika-i hikmet olan nebâtât ve eşcar, ezhâr ve esmârdaki harekât ve hidemâtları, bir Sâni-i Hakîm-i Zülcelâlin, bir Fâtır-ı Kerîm-i Zülcemâlin emir ve irâdesiyle hareket ettiğini ve toprağın zerreleri dahi herbiri birer ayrı makine ve tezgâh, birer ayrı matbaa, birer ayrı hazîne, birer ayrı antika ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsını ilân eden birer ayrı ilânnâme ve kemâlâtını söyleyen birer ayrı kasîde hükmünde olan o tohumcuklarının, o çekirdeklerinin sümbüllerine, ağaçlarına menşe’ ve medâr olmaları, emr-i -1-’e mâlik, Her şey emrine musahhar bir Sâni-i Zülcelâlin emriyle, izniyle, irâdesiyle, kuvvetiyle olması iki kere iki dört eder gibi katîdir; âmennâ.
İkinci Mebhas: Zerrâtın harekâtındaki vazifelere, hikmetlere küçük bir işarettir.
Evet, akılları gözlerine sukut etmiş maddiyyunların hikmetsiz hikmetleri, abesiyet esâsına istinat eden felsefeleri nazarında tesadüfle bağlı olan tahavvülât-ı zerrâtı bütün düsturlarına üssü’l-esas tutup, masnuât-ı İlâhiyeye masdar göstermişler. Nihayetsiz hikmetlerle müzeyyen masnuâtı hikmetsiz, mânâsız, karma karışık bir şeye isnad etmeleri ne kadar hilâf-ı akıl olduğunu zerre miktar şuuru bulunan bilir.
Şimdi, Kur’ân-ı Hakîmin hikmeti nokta-i nazarında, tahavvülât-ı zerrâtın pekçok gàyeleri, hikmetleri ve vazifeleri vardır; -2- gibi çok âyetlerle hikmetlerine ve vazifelerine işaret eder. numûne olarak birkaçına işaret ediyoruz.
• Birincisi: Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücudun tecelliyât-ı icâdiyesini tecdid ve tazelendirmek için her bir tek ruhu model gibi ederek, her sene mu’cizât-ı kudretinden taze birer cesed giydirmek ve her bir tek kitaptan ayrı ayrı bin muhtelif kitâbı hikmetiyle istinsah etmek ve bir tek hakikati başka başka sûrette göstermek ve kâinatların ve âlemlerin ve mevcudâtların, tâife tâife arkasından gelmelerine yer vermek ve zemin hazırlamak için, Fâtır-ı Zülcelâl, kudretiyle zerrâtı tahrik ve tavzif etmiştir.
• İkincisi: Mâlikü’l-Mülk-ü Zülcelâl şu dünyayı, bâhusus rûy-i zemin tarlasını bir mülk sûretinde yaratmıştır. Yani, neşv ü nemâya, taze taze mahsülât vermeye kàbil bir sûrette müheyyâ etmiştir; tâ ki nihayetsiz mu’cizât-ı kudretini orada ekip biçsin. İşte şu zemin yüzündeki tarlasında zerrâtı hikmetle tahrik ederek, intizam dairesinde tavzif edip, her asırda, her fasılda, her ayda, belki her günde, belki her

1 "Ol!" der; oluverir. (Yâsin Sûresi: 82.)

2 Hiçbir şey yoktur ki onu övüp onu tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi: 44.)