Sözler Yirmi Beşinci Söz

İşte şu âyetin bahr-i belâgatından bir katreye işaret için, bir üslûbunu, bir temsil aynasında göstereceğiz.
Nasıl bir harb-i umumide bir kumandan zaferden sonra ateş eden bir ordusuna "Ateş kes!" ve hücum eden diğer bir ordusuna "Dur!" der, emreder, o anda ateş kesilir, hücum durur. "İş bitti, istilâ ettik. Bayrağımız düşmanın merkezlerinde yüksek kalelerinin başında dikildi. Esfelü’s-sâfilîne giden o edebsiz zâlimler cezalarını buldular" der. Aynen öyle de, Padişah-ı Bîmisâl kavm-i Nûh’un mahvı için semâvât ve arza emir vermiş; vazifelerini yaptıktan sonra ferman ediyor: "Ey arz, suyunu yut; ey semâ, dur, işin bitti! Su çekildi. Dağın başında memur-u İlâhînin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zâlimler cezalarını buldular." İşte şu üslûbun ulviyetine bak. "Zemin ve gök iki mutî asker gibi emir dinler, itaat ederler" diyor. İşte şu üslup işaret eder ki, insanın isyanından kâinat kızıyor. Semâvât ve arz hiddete geliyorlar ve şu işaretle der ki: "Yer ve gök iki mutî asker gibi emirlerine bakan bir Zâta isyan edilmez, edilmemeli." Dehşetli bir zecri ifade eder. İşte tûfan gibi bir hâdise-i umumiyeyi bütün netâiciyle, hakàikıyla birkaç cümlede îcâzlı, i’câzlı, cemâlli, icmâlli bir tarzda beyân eder. Şu denizin sâir katrelerini şu katreye kıyas et. Şimdi kelimelerin penceresiyle gösterdiği üslûba bak:
Meselâ, -1- ’deki -2- kelimesine bak, ne kadar latîf bir üslûbu gösteriyor. Şöyle ki:
Kamerin bir menzili var ki, Süreyyâ yıldızlarının dairesidir. Kameri hilâl vaktinde hurmanın eskimiş beyaz bir dalına teşbih eder. Şu teşbih ile semânın yeşil perdesi arkasında güyâ bir ağaç bulunuyor gibi beyaz, sivri, nurânî bir dalı, perdeyi yırtıp, başını çıkarıp, Süreyyâ o dalın bir salkımı gibi ve sâir yıldızlar o gizli hilkat ağacının birer münevver meyvesi olarak, işitenin hayalî olan gözüne göstermekle, medâr-ı maîşetlerinin en mühimi hurma ağacı olan sahrânişînlerin nazarında ne kadar münâsip, güzel, latîf, ulvî bir üslup-u ifade olduğunu zevkin varsa anlarsın.
Meselâ, On Dokuzuncu Sözün âhirinde ispat edildiği gibi, -3- ’deki tecrî kelimesi şöyle bir üslup-u âlîye pencere açar. Şöyle

1 Aya gelince, onun için de menziller takdir ettik ki, kurumuş hurma dalının ince yay halini alıncaya kadar incelir. (Yâsin Sûresi: 39.)

2 Kurumuş hurma dalının ince yay hali gibi. (Yâsin Sûresi: 39.)

3 Güneş de onlar için bir delildir ki, kendisine tâyin edilmiş bir yere doğru akıp gider. (Yâsin Sûresi: 39.)