Ammâ ifham ve tâlimdeki beyânât-ı Kur’âniye o kadar hârikadır, o derece letâfetli ve selâsetlidir; en basit bir âmî, en derin bir hakikati onun beyânından kolayca tefehhüm eder. Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân çok hakàik-ı gâmızayı nazar-ı umumiyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı tâciz edip yormayacak bir sûrette basitâne ve zâhirâne söylüyor, ders veriyor. Nasıl bir çocukla konuşulsa, çocukça tâbirât istimâl edilir; öyle de,
-1- denilen mütekellim üslûbunda muhatabın derecesine sözüyle nüzûl edip öyle konuşan esâlîb-i Kur’âniye, en mütebahhir hükemânın fikirleriyle yetişemediği hakàik-ı gâmıza-i İlâhiye ve esrâr-ı Rabbâniyeyi müteşâbihât sûretinde, bir kısım teşbihât ve temsilât ile en ümmî bir âmîye ifham eder. Meselâ
-2- bir temsil ile, rubûbiyet-i İlâhiyeyi saltanat misâlinde ve âlemin tedbîrinde mertebe-i rubûbiyetini, bir sultanın taht-ı saltanatında durup icrâ-i hükümet ettiği gibi bir misâlde gösteriyor.
Evet, Kur’ân, bu kâinat Halık-ı Zülcelâlinin kelâmı olarak Rubûbiyetinin mertebe-i âzamından çıkarak, umum mertebeler üstüne gelerek o mertebelere çıkanları irşâd ederek, yetmiş bin perdelerden geçerek o perdelere bakıp tenvir ederek, fehm ve zekâca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzûliyetle mânâlarını ortaya saçmış olduğu halde, kemâl-i şebâbetinden, gençliğinden zerre kadar zâyi etmeyerek, gayet tarâvette, nihayet letâfette kalarak; gayet suhûletli bir tarzda, sehl-i mümtenî bir sûrette, her âmîye anlayışlı ders verdiği gibi, aynı derste, aynı sözlerle fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebâyin pekçok tabakalara dahi ders verip iknâ eden, işbâ eden bir kitâb-ı mu’ciznümânın hangi tarafına dikkat edilse, elbette bir lem’a-i i’câz görülebilir.
Elhâsıl: Nasıl
-3- gibi bir lâfz-ı Kur’ânî okunduğu zaman dağın kulağı olan mağarasını doldurduğu gibi, aynı lâfız, sineğin küçücük kulakçığına da tamamen yerleşir; aynen öyle de, Kur’ân’ın mânâları, dağ gibi akılları işbâ ettiği gibi, sinek gibi küçücük, basit akılları dahi aynı sözlerle tâlim eder, tatmin eder. Zîrâ, Kur’ân bütün ins ve cinnin bütün tabakalarını imâna dâvet eder. Hem, umumuna imânın ulûmunu tâlim eder, ispat eder. Öyle ise, avâmın en ümmîsi havâssın en ehassına omuz omuza, diz dize verip beraber ders-i Kur’ânîyi dinleyip istifade edecekler. Demek, Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif
1 Cenâb-ı Hakkın, kullarının anlayış seviyesine göre konuşması.
2 O Rahmân ki hükümranlığı Arşı kaplamıştır. (Tâhâ Sûresi: 5.)
3 Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (Fâtiha, En’am, Kehf, Sebe’, Fâtır Sûrelerinin