Sözler Yirmi Beşinci Söz

İşte, Kur’ân, câmiiyet-i lâfzıye cihetiyle, kelâmdan, kelimeden, huruftan ve sükûttan herbirisinin binler misâllerinden yalnız numûne olarak birer misâl getirdik. Âyeti ve kıssâtı bunlara kıyas edersin.
Meselâ, -1- âyeti, o kadar vücûhu var ve o derece merâtibi var ki, bütün tabakàt-ı evliyâ, bütün sülûklarında ve mertebelerinde şu âyete ihtiyaçlarını görüp, ondan kendi mertebesine lâyık bir gıdâ-i mânevî, bir taze mânâ almışlar. Çünkü, "Allah" bir ism-i câmi’ olduğundan, Esmâ-i Hüsnâ adedince tevhidler, içinde bulunur:
-2- ve hâkezâ.
Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ Aleyhisselâm, âdetâ asâ-i Mûsâ Aleyhisselâm gibi binler faydaları var. O kıssada, hem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı teskin ve teselli, hem küffârı tehdit, hem münâfıkları takbih, hem Yahudîleri tevbih gibi çok makàsıdı, pekçok vücûhu vardır. Onun için, sûrelerde tekrar edilmiştir. Her yerde bütün maksadları ifade ile beraber, yalnız birisi maksûd-u bizzat olur, diğerleri ona tâbi kalırlar.
Eğer desen: "Geçmiş misâllerdeki bütün mânâları nasıl bileceğiz ki, Kur’ân onları irâde etmiş ve işaret ediyor?"
Elcevap: Mâdem Kur’ân bir hutbe-i ezeliyedir, hem muhtelif tabaka tabaka olarak asırlar üzerinde ve arkasında oturup dizilmiş bütün benîâdem’e hitâb ediyor, ders veriyor. Elbette o muhtelif ifhama göre müteaddit mânâları derc edip irâde edecektir ve irâdesine emâreleri vaz’ edecektir.
Evet, İşârâtü’l-İ’câz’da şuradaki mânâlar misillü, kelimât-ı Kur’âniyenin müteaddit mânâlarını ilm-i sarf ve nahvin kaideleriyle ve ilm-i beyân ve fenn-i maânînin düsturlarıyla, fenn-i belâgatın kanunlarıyla ispat edilmiştir. Bununla beraber, ulûm-u Arabiyece sahih ve usûl-ü diniyece hak olmak şartıyla ve fenn-i maânîce makbul ve ilm-i beyânca münâsip ve belâgatça müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihat ve ehl-i tefsir ve ehl-i usûlü’d-din ve ehl-i usûlü’l-fıkhın icmâıyla ve ihtilâflarının şehâdetiyle, Kur’ân’ın mânâlarındandırlar. O mânâlara derecelerine göre birer emâre vaz’ etmiştir; ya lâfzıyedir, ya mâneviyedir. O mâneviye ise, ya siyâk veya sibâk-ı kelâmdan veya başka âyetten birer emâre o mânâya işaret eder. Bir kısmı yirmi ve otuz ve kırk ve altmış, hattâ seksen cild olarak muhakkikler tarafından yazılan yüz binler tefsirler, Kur’ân’ın câmiiyet ve hârikıyet-i lâfzıyesine katî bir bürhan-ı bâhirdir. Her ne ise, biz şu sözde herbir mânâya delâlet eden emâreyi kanunuyla, kaidesiyle göstersek, söz çok uzanır. Onun için kısa kesip, kısmen İşârâtü’l-İ’câz’a havale ederiz.

1 Bil ki Allah’tan başka ilâh yoktur. Kendi günahın için de af dile. (Muhammed Sûresi: 19.)

2 Yani, Ondan başka hiçbir rızık verici yoktur. • Ondan başka hiçbir yaratıcı yoktur. • Ondan başka Rahmân yoktur.