İşte şu on işârât-ı i’câziyeden anla ki, âyetlerin hâtimelerindeki fezlekelerde, çok reşahât-ı hidâyetiyle beraber çok lemeât-ı i’câziye vardır ki, büleğâların en büyük dâhîleri şu bedî üsluplara karşı, kemâl-i hayret ve istihsanlarından, parmağını ısırmış, dudağını dişlemiş,
-1- demiş;
-2-’ya hakkalyakîn olarak imân etmişler. Demek bâzı âyette, bütün mezkûr işârâtla beraber, bahsimize girmeyen çok mezâyâ-i âheri de tazammun eder ki, o mezâyânın icmâında öyle bir nakş-ı i’câz görünür ki, kör dahi görebilir.
İkinci Şûlenin Üçüncü Nuru
Şudur ki: Kur’ân, başka kelâmlarla kàbil-i kıyas olamaz. Çünkü, kelâmın tabakaları, ulviyet ve kuvvet ve hüsn-ü cemâl cihetinden dört menbaı var: Biri mütekellim, biri muhatap, biri maksad, biri makamdır. Ediblerin, yanlış olarak, yalnız makam gösterdikleri gibi değildir. Öyle ise, sözde "Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?" ise bak. Yalnız söze bakıp durma. Mâdem kelâm, kuvvetini, hüsnünü bu dört menbadan alır; Kur’ân’ın menbaına dikkat edilse, Kur’ân’ın derece-i belâgatı, ulviyet ve hüsnü anlaşılır. Evet, mâdem kelâm, mütekellime bakıyor. Eğer o kelâm emir ve nehiy ise, mütekellimin derecesine göre irâde ve kudreti de tazammun eder. O vakit söz mukàvemetsûz olur, maddî elektrik gibi tesir eder; kelâmın ulviyet ve kuvveti o nisbette tezâyüd eder.
Meselâ,
-3- yani "Yâ arz! Vazifen bitti; suyunu yut. Yâ semâ! Hâcet kalmadı; yağmuru kes."
Meselâ,
-4- yani, "Yâ arz, yâ semâ! İster istemez geliniz, hikmet ve kudretime râm olunuz. Ademden çıkıp, vücudda meşhergâh-ı san’atıma geliniz" dedi. Onlar da, "Biz kemâl-i itaatle geliyoruz. Bize gösterdiğin her vazifeyi Senin kuvvetinle göreceğiz." İşte kuvvet ve irâdeyi tazammun eden hakiki ve nâfiz şu emirlerin kuvvet ve ulviyetine bak, sonra insanların,
-5-
1 Bu hiçbir beşerin sözü olamaz.
2 O ancak kendisine vahyolunanı söyler. (Necm Sûresi: 4.)
3 Hûd Sûresi: 44.
4 Ona ve Arza "İsteseniz de istemeseniz de, ikiniz birden emrime uyun" buyurdu. Onlar da "İsteyerek uyduk" dediler. (Fussılet Sûresi: 11.)
5 Ey yer, yerinde dur. Ey gök, parçalan. Ey Kıyâmet, kop.