Sözler Yirmi Beşinci Söz

zaman girdiği için, gece ve gündüz, o saat-i kübrânın sâniyelerini sayan iki başlı bir mil hükmündedir, sene o saatin dakikalarını sayan bir ibre vaziyetindedir, asır ise o saatin saatlerini tâdâd eden bir iğnedir. İşte zaman, dünyayı, emvâc-ı zevâl üstüne atar, bütün mâzi ve istikbâli ademe verip yalnız zaman-ı hâzırı vücuda bırakır. Şimdi zamanın dünyaya verdiği şu şekil ile beraber, mekân itibâriyle dahi yine dünya, zelzeleli gayr-i sabit bir saat hükmündedir. Çünkü, cevv-i hava, mekânı çabuk tağyir ettiğinden bir halden bir hale sür’aten geçtiğinden, bâzı günde birkaç defa bulutlar ile dolup boşalmakla, sâniye sayan milin sûret-i tegayyürü hükmünde bir tegayyür veriyor.
Şimdi, dünya hânesinin tabanı olan mekân-ı arz ise, yüzü mevt ve hayatça, nebat ve hayvanca pek çabuk tebeddül ettiğinden, dakikaları sayan bir mil hükmünde, dünyanın şu ciheti geçici olduğunu gösterir. Zemin yüzü itibâriyle böyle olduğu gibi, batnındaki inkılâbât ve zelzelelerle ve onların neticesinde cibâlin çıkmaları ve hasflar vuku’ bulması, saatleri sayan bir mil gibi, dünyanın şu ciheti ağırca mürûr edicidir gösterir.
Dünya hânesinin tavanı olan semâ mekânı ise, ecrâmların harekâtıyla, kuyruklu yıldızların zuhuruyla, küsufât ve hüsufâtın vuku’ bulmasıyla yıldızların sukut etmeleri gibi tegayyürât gösterir ki, semâ dahi sabit değil; ihtiyarlığa, harâbiyete gidiyor. Onun tegayyürâtı, haftalık saatte günleri sayan bir mil gibi çendan ağır ve geç oluyor; fakat, herhalde geçici ve zevâl ve harâbiyete karşı gittiğini gösterir.
İşte dünya, dünya cihetiyle şu yedi rükün üzerinde binâ edilmiştir; şu rükünler, dâim onu sarsıyor. Fakat, şu sarsılan ve hareket eden dünya, Sâniine baktığı vakit, o harekât ve tegayyürât, kalem-i kudretin mektubât-ı Samedâniyeyi yazması için o kalemin işlemesidir. O tebeddülât-ı ahvâl ise, esmâ-i İlâhiyenin cilve-i şuûnâtını ayrı ayrı tavsifât ile gösteren, tazelenen aynalarıdır.
İşte dünya, dünya itibâriyle hem fenâya gider, hem ölmeye koşar, hem zelzele içindedir. Hakikatte akarsu gibi rıhlet ettiği halde, gaflet ile sûreten incimâd etmiş, fikr-i tabiatla kesâfet ve küdûret peydâ edip âhirete perde olmuştur. İşte felsefe-i sakîme, tetkikat-ı felsefe ile ve hikmet-i tabiiye ile ve medeniyet-i sefîhenin câzibedar lehviyâtıyla, sarhoşâne hevesâtıyla o dünyanın hem cümûdetini ziyâde edip gafleti kalınlaştırmış, hem küdûretle bulanmasını taz’îf edip Sânii ve âhireti unutturuyor. Ammâ, Kur’ân ise şu hakikatteki dünyayı, dünya cihetiyle, -1- âyâtıyla pamuk gibi hallâc eder, atar. -2- -3-

1 Çarpacak olan felâket. • Nedir o çarpacak olan felâket? (Kària Sûresi: 1-2.)
Kıyâmet koptuğu zaman (Vâkıa Sûresi: 1.)
Yemin olsun Tûr’a. • Ve satır satır yazılı kitâba. (Tûr Sûresi: 1-2.)

2 Onlar göklerin ve yerin melekûtunu tefekkür etmezler mi? (A’râf Sûresi: 185.)

3 Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl binâ ettik. (Kaf Sûresi: 6.)