O da, kendini Kur’ân’dan evvel orada tahayyül ederken gördü ki, mevcudât-ı âlem perişan, karanlıklı, câmid ve şuursuz ve vazifesiz olarak, hâlî, hadsiz, hudutsuz bir fezâda, kararsız, fânî bir dünyada bulunuyorlar. Birden, Kur’ân’ın lisânından bu âyeti dinlerken gördü: Bu âyet, kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ve ışıklandırdı ki, bu ezelî nutuk ve sermedî ferman, asırlar sıralarında dizilen zîşuurlara ders verip gösteriyor ki; bu kâinat, bir câmi-i kebîr hükmünde başta semâvât ve arz olarak umum mahlûkàt, hayattarâne zikir ve tesbihte ve vazifeler başında cûş u huruşla mesudâne ve memnunâne bir vaziyette bulunuyor, diye müşâhede etti. Ve bu âyetin derece-i belâgatını zevk ederek, sâir âyetleri buna kıyasla, Kur’ân’ın zemzeme-i belâgatı arzın nısfını ve nev-i beşerin humsunu istilâ ederek, haşmet-i saltanatı kemâl-i ihtiramla on dört asır bilâfâsıla idâme ettiğinin binler hikmetlerinden bir hikmetini anladı.
Dördüncü Nokta:
Kur’ân öyle hakîkatli bir halâvet göstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur’ân’ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilâveti halâvetini ziyâdeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçe müsellem olup, darb-ı mesel hükmüne geçmiş.
Hem, öyle bir tazelik ve gençlik ve şebâbet ve garâbet göstermiş ki, on dört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca girdiği halde, şimdi nâzil olmuş gibi tazeliğini muhâfaza ediyor. Her asır, kendine hitap ediyor gibi bir gençlikte görmüş; her tâife-i ilmiye ondan her vakit istifâde etmek için kesretle ve mebzûliyetle yanlarında bulundurdukları ve üslup-u ifâdesine ittibâ ve iktidâ ettikleri halde, o üslûbundaki ve tarz-ı beyânındaki garâbetini aynen muhâfaza ediyor.
Beşinci Nokta:
Kur’ân’ın bir cenahı mâzide, bir cenahı müstakbelde, kökü ve bir kanadı eski peygamberlerin ittifaklı hakîkatleri olduğu ve bu onları tasdik ve teyid ettiği ve onlar dahi tevâfukun lisân-ı hâliyle bunu tasdik ettikleri gibi; öyle de, evliyâ ve asfiyâ gibi ondan hayat alan semereleri, hayattar tekemmülleriyle şecere-i mübârekelerinin hayattar, feyizdar ve hakîkatmedâr olduğuna delâlet eden ve ikinci kanadının himâyesi altında yetişen ve yaşayan velâyetin bütün hak tarîkatleri ve İslâmiyetin bütün hakîkatli ilimleri, Kur’ân’ın ayn-ı hak ve mecmâ-ı hakàik ve câmiiyette misilsiz bir hârika olduğuna şehâdet eder.
Altıncı Nokta:
Kur’ân’ın altı ciheti nurânîdir, sıdk ve hakkàniyetini gösterir. Evet, altında hüccet ve bürhan direkleri; üstünde sikke-i i’câz lem’aları; önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn hediyeleri; ve arkasında nokta-i istinadı vahy-i semâvî hakikatleri; sağında hadsiz ukùl-ü müstakîmenin deliller ile tasdikleri; solunda selîm kalblerin ve temiz vicdanların ciddî itminânları ve samîmi incizabları ve teslimleri, Kur’ân’ın fevkalâde hârika, metîn, hücum edilmez bir kal’a-i semâviye-i arzıye olduğunu ispat ettikleri gibi; altı makamdan dahi, onun ayn-ı hak ve sâdık olduğuna ve beşerin kelâmı olmadığını, ve yanlışı bulunmadığını imza eden, başta bu kâinatta dâimâ güzelliği izhâr, iyiliği ve doğruluğu himâye ve sahtekârları ve müfterileri imhâ