Sözler Yirmi Dokuzuncu Söz

Evet, şu kâinatın keyfiyâtı, onların vücutlarını gösteriyor. Çünkü kâinatı hadd ü hesâba gelmeyen dakîk sanatlı tezyinât ve o mânidar mehâsin ile ve hikmettar nukuş ile süslendirip tezyin etmesi; bilbedâhe ona göre mütefekkir istihsan edicilerin ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister; vücutlarını talep eder. Evet, nasıl ki hüsün elbette bir âşık ister, taam ise aç olana verilir; öyle ise, şu nihayetsiz hüsn-ü sanat içinde gıdâ-i ervâh ve kùt-u kulûb, elbette melâike ve ruhânîlere bakar, gösterir.
Mâdem bu nihayetsiz tezyinât, nihayetsiz bir vazife-i tefekkür ve ubûdiyet ister; halbuki, ins ve cin şu nihayetsiz vazifeye, şu hikmetli nezârete, şu vüsatli ubûdiyete karşı milyondan ancak birisini yapabilir; demek, bu nihayetsiz ve çok mütenevvi’ olan şu vezâif ve ibâdete, nihayetsiz melâike envaları, ruhâniyât ecnâsları lâzımdır ki, şu mescid-i kebîr-i âlemi saflarıyla doldurup şenlendirsin.
Evet, şu kâinatın her bir cihetinde, her bir dairesinde, ruhâniyât ve melâikelerden birer tâife birer vazife-i ubûdiyetle muvazzaf olarak bulunurlar. Bâzı rivâyât-ı ehâdisiyenin işârâtıyla ve şu intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki, bir kısım ecsâm-ı câmide-i seyyâre, yıldızlar seyyârâtından tut tâ yağmur katarâtına kadar, bir kısım melâikenin sefine ve merâkibidirler. O melâikeler, bu seyyârelere izn-i İlâhî ile binerler, âlem-i şehâdeti seyredip gezerler ve o merkeplerinin tesbihâtını temsil ederler.
Hem denilebilir: Bir kısım hayattar ecsâm, bir hadîs-i şerifte, "Ehl-i Cennet ruhları berzah âleminde yeşil kuşların cevflerine girerler ve Cennette gezerler" diye işaret ettiği "tuyûrun hudrun" tesmiye edilen Cennet kuşlarından tut, tâ sineklere kadar bir cins, ervâhın tayyâreleridir. Onlar, bunların içine emr-i Hakla girerler; âlem-i cismâniyâtı seyredip, o hayattar cesetlerdeki göz, kulak gibi duyguları ile âlem-i cismânîdeki mucizât-ı fıtratı temâşâ ediyorlar, tesbihât-ı mahsusalarını edâ ediyorlar. İşte, nasıl hakikat böyle iktizâ ediyor; hikmet dahi aynen öyle iktizâ eyliyor. Çünkü, şu kesâfetli ve ruha münâsebeti az olan topraktan ve şu kudûretli ve nur-u hayata münâsebeti pek cüzî olan sudan mütemâdiyen hummalı bir faaliyetle letâfetli hayatı ve nurâniyetli zevi’l-idrâki halk eden Fâtır-ı Hakîm, elbette, ruha çok lâyık ve hayata çok münâsip, şu nur denizinden ve hattâ şu zulmet bahrinden, şu havadan, şu elektrik gibi sâir madde-i latîfeden bir kısım zîşuur mahlûkları vardır; hem, pek çok kesretli olarak vardır.

Müslim, 3:1502, İmâre: 121; Müsned: 1: 238, 266, 6:386; Ebû Dâvud, Cihad: 25; Tirmizî, Tefsirü Sûret-i Al-i İmrân: 19, Fedâilü’l-Cihâd: 13; İbn-i Mâce, Cenâiz: 4; Dârimî, Cihad: 18.