Birinci Maksad
Melâikenin tasdiki, imânın bir rüknüdür. Şu Maksadda dört nükte-i esâsiye vardır.
Birinci Esas
Vücudun kemâli hayat iledir; belki, vücudun hakiki vücudu hayat iledir. Hayat, vücudun nurudur; şuur, hayatın ziyâsıdır. Hayat, her şeyin başıdır ve esâsıdır. Hayat, her şeyi her bir zîhayat olan şeye mâl eder; bir şeyi bütün eşyayâ mâlik hükmüne geçirir. Hayat ile bir şey-i zîhayat diyebilir ki, "Şu bütün eşya malımdır, dünya hânemdir, kâinat Mâlikim tarafından verilmiş bir mülkümdür." Nasıl ki ziyâ ecsâmın görülmesine sebeptir ve renklerin-bir kavle göre-sebeb-i vücududur; öyle de, hayat dahi mevcudâtın keşşâfıdır, keyfiyâtın tahakkukuna sebeptir, hem cüzî bir cüzîyi küll ve küllî hükmüne getirir ve küllî şeyleri bir cüze sığıştırmaya sebeptir ve hadsiz eşyayı iştirak ve ittihad ettirip bir vahdete medâr, bir ruha mazhar yapmak gibi, kemâlât-ı vücudun umumuna sebeptir. Hattâ, hayat, kesret tabakàtında bir çeşit tecellî-i Vahdettir ve kesrette Ehadiyetin bir aynasıdır.
Bak, hayatsız bir cisim, büyük bir dağ dahi olsa, yetimdir, gariptir, yalnızdır. Münâsebeti yalnız oturduğu mekân ile ve ona karışan şeyler ile vardır; başka, kâinatta ne varsa, o dağa nispeten mâdumdur. Çünkü, ne hayatı var ki, hayat ile alâkadar olsun; ne şuuru var ki, taallûk etsin. Şimdi, bak küçücük bir cisme, meselâ balarısına. Hayat, ona girdiği anda, bütün kâinatla öyle münâsebet tesis eder ki, bütün kâinatla, hususan zeminin çiçekleriyle ve nebâtâtları ile öyle bir ticaret akd eder ki; diyebilir, "Şu arz benim bahçemdir, ticârethânemdir." İşte, zîhayattaki meşhur havâss-ı zâhire ve bâtına duygularından başka, gayr-i meş’ur sâika ve şâika hisleriyle beraber, o arı, dünyanın ekser envaıyla ihtisas ve ünsiyet ve mübâdele ve tasarrufa sahip olur.
İşte, en küçük zîhayatta, hayat böyle tesirini gösterse, elbette hayat, tabaka-i insaniye olan en yüksek mertebeye çıktıkça öyle bir inbisat ve inkişaf ve tenevvür eder ki, hayatın ziyâsı olan şuur ile, akıl ile bir insan kendi hânesindeki odalarda gezdiği gibi, o zîhayat kendi aklı ile avâlim-i ulviyede ve ruhiyede ve cismâniyede gezer. Yani, o zîşuur ve zîhayat, mânen o âlemlere misafir gittiği gibi, o âlemler dahi o zîşuurun mir’at-ı ruhuna misafir olup, irtisâm ve temessül ile geliyorlar.