Sözler Yirmi Dokuzuncu Söz

âlem-i ervâhta bulunan ve âhirete gitmek için bekleyen hadsiz ervâh-ı bâkiye kafileleri ile bizim mâbeynimizdeki mesafe o kadar ince ve kısadır ki, bürhan ile göstermeye lüzum kalmaz. Hadd ü hesâba gelmeyen ehl-i keşfin ve şuhudun onlarla temas etmeleri, hattâ ehl-i keşfe’l-kuburun onları görmeleri, hattâ bir kısım avâmın da onlarla muhâbereleri ve umumun da rüyâ-i sâdıkada onlarla münâsebet peydâ etmeleri, muzaaf tevâtürler sûretinde âdetâ beşerin ulûm-u müteârifesi hükmüne geçmiştir. Fakat şu zamanda maddiyyun fikri herkesi sersem ettiğinden, en bedihî bir şeyde zihinlere vesvese vermiş. İşte şöyle vesveseleri izâle için hads-i kalbînin ve iz’ân-ı aklînin pek çok menbalarından bir Mukaddime ile Dört Menbaına işaret edeceğiz.
Mukaddime:
Onuncu Sözün Dördüncü Hakikatinde ispat edildiği gibi, ebedî, sermedî, misilsiz bir cemâl, elbette âyinedar müştâkının ebediyetini ve bekàsını ister. Hem, kusursuz, ebedî bir kemâl-i san’at, mütefekkir dellâlının devamını talep eder. Hem, nihayetsiz bir rahmet ve ihsan, muhtaç müteşekkirlerinin devam-ı tenâumlarını iktizâ eder.
İşte, o âyinedar müştak, o dellâl mütefekkir, o muhtaç müteşekkir, en başta ruh-u insanîdir. Öyle ise, ebedü’l-âbâd yolunda, o cemâl, o kemâl, o rahmete refâkat edecek, bâkî kalacaktır.
Yine Onuncu Sözün Altıncı Hakikatinde ispat edildiği gibi, değil ruh-u beşer, hattâ en basit tabakàt-ı mevcudât dahi, fenâ için yaratılmamışlar, bir nevi bekàya mazhardırlar. Hattâ, ruhsuz ehemmiyetsiz bir çiçek dahi vücud-u zâhirîden gitse, bin vecihle bir nevi bekàya mazhardır. Çünkü, sûreti hadsiz hâfızalarda bâkî kalır, kanun-u teşekkülâtı yüzer tohumcuklarında bekà bulup devam eder. Mâdem bir parçacık ruha benzeyen o çiçeğin kanun-u teşekkülü, timsâl-i sûreti, bir Hafîz-i Hakîm tarafından ibkà ediliyor, dağdağalı inkılâblar içinde kemâl-i intizam ile zerrecikler gibi tohumlarında muhâfaza ediliyor; bâkî kalır. Elbette, gayet cemiyetli ve gayet yüksek bir mahiyete mâlik ve haricî vücud giydirilmiş ve zîşuur ve zîhayat ve nurânî kanun-u emrî olan ruh-u beşer ne derece katiyetle bekàya mazhar ve ebediyetle merbut ve sermediyetle alâkadar olduğunu anlamazsan, nasıl "Zîşuur bir insanım" diyebilirsin?
Evet, koca bir ağacın bir derece ruha benzeyen programını ve kanun-u teşekkülâtını bir nokta gibi en küçük çekirdekte derc edip muhâfaza eden bir Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, bir Zât-ı Hafîz-i Bîzevâl hakkında, "Vefât edenlerin ruhlarını nasıl muhâfaza eder?" denilir mi?
Birinci Menba:
Enfüsîdir. Yani, herkes hayatına ve nefsine dikkat etse, bir ruh-u bâkîyi anlar. Evet, herbir ruh, kaç sene yaşamış ise, o kadar beden değiştirdiği halde, bilbedâhe aynen bâkî kalmıştır. Öyle ise, mâdem, cesed, gelip geçicidir; mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekàsına tesir etmez ve mahiyetini de bozmaz. Yalnız, müddet-i hayatta, tedricî cesed libasını değiştiriyor; mevtte ise