Sözler Yirmi Dokuzuncu Söz

Birinci Mesele: Kudret-i Ezeliye, Zât-ı Akdes-i İlâhiyenin lâzıme-i zarûriye-i zâtiyesidir. Yani, bizzarûre zâtın lâzımesidir; hiçbir cihet-i infikâki olamaz. Öyle ise, kudretin zıddı olan acz, o kudreti istilzam eden zâta bilbedâhe ârız olamaz; çünkü, o halde cem-i zıddeyn lâzım gelir. Mâdem acz, zâta ârız olamaz; bilbedâhe, o zâtın lâzımı olan kudrete tahallül edemez. Mâdem acz, kudretin içine giremez; bilbedâhe, o kudret-i zâtiyede merâtib olamaz. Çünkü, herşeyin vücud merâtibi, o şeyin zıdlarının tedâhülü iledir. Meselâ, hararetteki merâtib, burûdetin tahallülü iledir; hüsündeki derecât, kubhun tedâhülü iledir ve hâkezâ kıyas et. Fakat, mümkinâtta hakiki ve tabiî lüzûm-u zâtî olmadığından, mümkinâtta zıdlar birbirine girebilmiş; mertebeler tevellüd ederek, ihtilâfât ile tegayyürât-ı âlem neş’et etmiştir. Mâdem ki kudret-i ezeliyede merâtib olamaz; öyle ise, makdûrât dahi, bizzarûre kudrete nisbeti bir olur; en büyük en küçüğe müsâvi ve zerreler yıldızlara emsâl olur. Bütün haşr-i beşer Bir tek nefsin ihyâsı gibi, bir baharın icadı Bir tek çiçeğin sun’u gibi o kudrete kolay gelir. Eğer esbâba isnad edilse, o vakit Bir tek çiçek bir bahar kadar ağır olur. Şu Sözün İkinci Makamının dördüncü Allahü ekber mertebesinin âhir fıkrasının hâşiyesinde, hem Yirmi İkinci Sözde, hem Yirminci Mektupta ve Zeylinde ispat edilmiş ki, hilkat-i eşya, Vâhid-i Ehade verilse, bütün eşya bir şey gibi kolay olur. Eğer esbâba verilse, bir şey bütün eşya kadar külfetli, ağır olur.
İkinci Mesele ki, kudret melekûtiyet-i eşyaya taallûk eder. Evet, kâinatın, ayna gibi, iki yüzü var: Biri mülk ciheti ki, aynanın renkli yüzüne benzer; diğeri melekûtiyet ciheti ki, aynanın parlak yüzüne benzer. Mülk ciheti ise, zıdların cevelângâhıdır; güzel, çirkin, hayır, şer, küçük, büyük, ağır, kolay gibi emirlerin mahall-i vürûdudur. İşte şunun içindir ki, Sâni-i Zülcelâl, esbâb-ı zâhirîyi, tasarrufât-ı kudretine perde etmiştir; tâ Dest-i Kudret, zâhir akla göre, hasis ve nâlâyık emirlerle bizzat mübâşereti görünmesin. Çünkü, azamet ve izzet, öyle ister. Fakat, o vesâit ve esbâba hakiki tesir vermemiştir; çünkü, Vahdet-i Ehadiyet öyle ister. Melekûtiyet ciheti ise her şeyde parlaktır, temizdir; teşahhusâtın renkleri, müzahrafâtları, ona karışmaz. O cihet, vâsıtasız kendi Hàlıkına müteveccihtir. Onda terettüb-ü esbâb, teselsül-ü ilel yoktur. Ona illiyet, mâlûliyet giremez. Eğri büğrüsü yoktur; mâniler müdâhale edemezler. Zerre, Şemse kardeş olur.
Elhâsıl: O kudret hem basîttir, hem nâmütenâhîdir, hem zâtîdir. Mahall-i taallûk-u kudret ise, hem vâsıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Öyle ise, o kudretin dairesinde, büyük küçüğe karşı tekebbürü yok; cemaat ferde karşı rüçhânı olamaz; küll, cüz’e nispeten, kudrete karşı fazla nazlanamaz.
Üçüncü Mesele ki, kudretin nisbeti, kanunîdir. Yani, çoğa-aza, büyüğe-küçüğe bir bakar. Şu mesele-i gàmızayı, birkaç temsil ile zihne takrîb edeceğiz.
İşte, kâinatta, şeffâfiyet, mukabele, muvâzene, intizam, tecerrüd, itaat, birer emirdir ki, çoğu aza, büyüğü küçüğe müsâvi kılar.
Birinci temsil: Şeffâfiyet sırrını gösterir.