• İkinci Asıl: Mesâil-i İslâmiyenin tabakàtı vardır; biri bürhan-ı katî istese, diğeri bir zann-ı gàlibî ile iktifâ eder, başkası yalnız bir kabul-ü teslimî ve reddetmemek ister. Öyle ise, esâsât-ı imâniyeden olmayan mesâil-i fer’iye veya vukuât-ı zamâniyenin herbirinde bir iz’ân-ı yakîn ile bir bürhan-ı katî istenilmez. Belki, yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir.
• Üçüncü Asıl: Zaman-ı Sahabede benî İsrâil ve Nasarâ ulemâlarından çoğu İslâmiyete girdiler. Eski mâlûmâtları dahi onlarla beraber Müslüman oldu. Bâzı hilâf-ı vâki’ mâlûmât-ı sâbıkaları, İslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.
• Dördüncü Asıl: Ehâdîs-i şerîfe râvilerinin bâzı kavilleri veyahut istinbât ettikleri mânâları, metn-i hadîsten telâkkî ediliyordu. Halbuki, insan hatâdan hâlî olmadığı için, hilâf-ı vâki’ bâzı istinbâtları veya kavilleri hadîs zannedilerek, zaafına hükmedilmiş.
• Beşinci Asıl:
-1- yani,
-2- sırrınca, bâzı ehl-i keşif ve ehl-i velâyet olan muhaddisîn-i muhaddesîn ilhamlarıyla gelen bâzı maânî, hadîs telâkkî edilmiş. Halbuki, ilham-ı evliyâ-bâzı ârızalarla-hatâ olabilir. İşte bu nev’den, bir kısım hilâf-ı hakikat çıkabilir.
• Altıncı Asıl: Beynennâs iştihar bulmuş bâzı hikâyeler bulunuyor ki, durûb-u emsâl hükmüne geçer. Hakiki mânâsına bakılmaz; ne maksad için sevk edilir, ona bakılır. İşte bu nev’den beynennâs teârüf etmiş bâzı kıssa ve hikâyâtı, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bir maksad-ı irşâdî için temsil ve kinâye nev’inden zikredivermiş. Şu nevi meselelerin mânâ-i hakikisinde kusur varsa, örf ve âdât-ı nâsa âittir ve teârüf ve tesâmû-u umumîye râcîdir.
• Yedinci Asıl: Şek çok teşbih ve temsiller bulunuyor ki, mürûr-u zamanla veya ilmin elinden cehlin eline geçmesiyle hakikat-i maddiye telâkkî ediliyor. Hatâya düşer. Meselâ, "Sevr" ve "Hûd" isminde ve âlem-i misâlde sevr ve hûd timsâlinde berrî ve bahrî hayvanât nâzırlarından iki melâiketullah, âdetâ bir koca öküz ve cismânî bir balık zannedilerek, hadîse ilişilmiş.
Hem meselâ, bir vakit huzur-u Nebevîde derin bir ses işitildi. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: "Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, tâ ancak bu dakika Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür."
İşte bu hadîsi işiten, hakikate vâsıl olmayan, inkâra sapar. Halbuki, yirmi dakika-o hadîsten-sonra, katiyen sabittir ki, biri geldi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma dedi ki: "Meşhur münâfık, yirmi dakika evvel öldü." Yetmiş yaşına giren o münâfık Cehennemin bir taşı olarak bütün müddet-i ömrü tedennîde, esfel-i sâfilîne, küfre sukuttan ibâret olduğunu gayet belîğâne bir sûrette, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm beyân etmiştir. Cenâb-ı Hak, o vefât dakikasında o sesi işittirip, ona alâmet etmiştir.
1 Ümmetim içerisinde muhaddesûn vardır. (H P: Tirmizî, 4:370; Sahîh-i Buhârî: 2:211, 5:15.)
2 Kendilerine ilham olunanlar.
Müslim, 4:3184, hadîs no: 2844, 4:2145, hadîs no: 2782; Müsned, 2:271, 3:341, 346, 360.